Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi Ve Edebiyat

0 4.842

Son yıllarda daha sık duyduğumuz bir kavram olan toplumsal cinsiyet konusuna bir de yakından bakalım istedim. Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkeklerin beklentilerini, değerlerini, davranışlarını, inanç sistemlerini ve rollerini tanımlayan fikirlerin sosyal yapılanmasıdır. Sadece kadın ve erkek arasındaki değil aslında her grupta bulunan güç ilişkilerini etkiler; bu da birçok sosyal probleme neden olur diyebiliriz. Farklı kültürlerin toplumsal cinsiyet hakkında, kadın ve erkek için neyin uygun olduğu ve neyin olması gerektiği üzerine farklı fikirleri vardır.

Toplumsal cinsiyet sadece kültürden kültüre farklılık göstermez, zaman içinde veya bir toplumun kriz döneminde değişiklik gösterebilir. Bu tanıma bakacak olursak aklımıza şöyle bir soru gelebilir; Toplumsal Cinsiyet her birimizi nasıl etkilemektedir peki? Aslında doğduğumuz andan beri toplumsal cinsiyet hakkındaki tüm sosyal yapılanmadan etkilenmekteyiz anlamını bilerek veya bilmeyerek. Erkekler üzerinde daha çok güç mentalitisine, başkalarını baskılayarak ya da onlarla yarışarak üstünlüklerini ispat etmelerini isteyen bir sosyal baskı haline dönerken, kadınlar üzerinde ise zekâlarını yok saymaya, iyi dinleyici olmaya, düzgün ve boyun eğen olmaya ve diğerlerinin ihtiyaçlarını kendininkinden önce tutarak değerli olduklarını kanıtlamaya dönük biçimde sosyalleşir. Bu tür bir sosyalleştirme ise insanı değerleri yok sayarak kurbanlığı öne çıkarır. Yani kısacası Toplumsal cinsiyet kavramı kadın ya da erkek olmanın sadece bedensel bir konu olmadığını, cinsiyetlere yüklenen anlamların bir toplumsal belirlenim paketiyle şekillendiğini anlatır. Bu kavramın sosyal bilimlere dilbiliminden gelmiş olması ayrıca manidardır, çünkü toplumsal cinsiyet kavramı sadece kadın ve erkekler arasındaki gündelik ilişkileri ifade etmez, gündelik deneyim alanının dışında tüm düşünce sistematiğimizi de şekillendirir.

Edebiyat İlişkisi

Edebiyat, en genel anlamıyla “Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı”; “sanatça, yani insanda estetik duyguyu heyecana getirecek değerde meydana getirilmiş şiir, sahne eseri, hikâye, roman, söylev gibi nazım veya nesir halindeki eserlerin hepsi” olarak tanımlanmaktadır. Toplumsal cinsiyet kavramının 1960’larda yaygınlaşmasıyla birlikte özellikle sosyal bilimlerde kadınların tarih, siyaset, hukuk, ekonomi, edebiyat gibi alanlardaki görünürlükleri ve etkinlikleri araştırma konusu olmuştur. Erkeklerin hâkim olduğu bir alan olan edebiyatta da kadınlar tarih boyunca “temsil edilen” olarak konumlandırılmışlardır. Edebiyat geleneği içinde kadınların yazar, okur ve “temsil edilen” olarak konumlarını saptayabilmek için yanıtlanması gereken sorular şöyle sıralayabiliriz: “İnsanlığın en eski etkinlik alanlarından biri olan edebiyatta kadınların yeri, konumu nedir? Edebiyatta bir kadın geleneğinden söz edilebilir mi? Bu sorular toplumsal cinsiyet üzerinde edebiyat ilişkisini berraklaştırabilecek sorular olabilir. Kadınların edebî gelenek içindeki yerlerinin, edebî geleneğe yaptıkları katkının, bu katkının niteliği ile niceliğinin feminist hareketle birlikte, özellikle de İkinci Dalga Feminizmin etkisiyle 1960’larda tartışmaya açıldığı söylenebilir. İçinde yaşadığımız erkek egemen kültürün kadınlara ve erkeklere dayattığı toplumsal cinsiyet rollerinin, hegemonik ilişki biçimlerinin edebiyat metinlerinde nasıl yansıtıldığı, yeniden üretildiği, desteklendiği ve sorgulandığı feminist edebiyat eleştirmenlerinin ilgilendiği temel meselelerden bazılarıdır. Bu dönemler de yazdıkları ile hem kadınlara hem de toplumsal cinsiyet temelleri üzerine katkı sağlamış olan kadın yazarlarımız da vardır.

 

 

Virginia Woolf  (1927 )
Beauvoir   ( 1967 )

       

 

 

 

 

 

 

 

 

Örneğin, 1929 yılında yayımlanan Kendine Ait Bir Oda kitabında Virginia Woolf kadınların edebiyat dünyasında kendine yer edinebilmesinin koşullarını tartışmaya açar. Yazı yazmak isteyen bir kadının parası ve kendine ait bir odası olması gerektiğini söyleyen Woolf, kadının yazınsal etkinlikte bulunabilmesinin koşullarını belirler. Ataerkil toplumsal yapılanmanın bir erkeğe sunduğu olanaklarla bir kadına sundukları arasındaki derin uçuruma dikkat çeken yazar; erkeklerle kadınlar arasındaki eşitsizliklerin, kadınların ekonomik bağımlılıklarının, onların edebiyat alanındaki ikincil konumlarının da nedeni olduğu fikrini ustaca kurgulanmış metninde verdiği örnekler aracılığıyla somutlar. Shakespeare gibi bir dehanın kendisiyle aynı zihinsel kapasite ve yaratıcı güce sahip Judith adında bir kız kardeşi olsaydı Judith’in benzer tarihsel, ekonomik ve toplumsal koşullarda nasıl bir yaşam deneyiminin öznesi olacağı sorusundan yola çıkarak yaşadığı dönemden bu döneme kadar uzanan çarpıcı sözler miras bırakmıştır.

Toplumsal cinsiyetin inşasında ve yeniden üretiminde, kurulu düzenin sürdürülmesinde önemli bir rol oynadığını ortaya koyan Simone de Beauvoir’ın Kadın İkinci Cins’i, Kadınlığın Gizemi, İğdiş Edilmiş Kadın önemli metinlerdir.

Michelle Bachelet bu konuda şöyle demiştir; “Toplumsal cinsiyet eşitliği yaşanmış bir gerçeklik haline gelmelidir.” Gelmelidir ki bizler de kendimizi inşa etme sürecinde ve en önemlisi kadın erkek demeden her alanda beraberce eşit yarınlara aydınlık yollarla çıkalım.

Şevval Falay

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.