Sosyolojiden Eleştirel Teoriye / Neyi eleştiriyoruz?

0 4.664

Sosyolojinin en genel tanımını insan bilimi olarak düşünürsek yanılmış olmayız. Bireyin toplumla olan yakın ilişkisini neden-sonuç bağlamında ele alan sosyoloji bugün hayatımızın her alanına dokunmakta. Yaşadığımız olaylar karşısında nasıl bir karar alma mekanizması oluşturacağımızdan, okuduğumuz haberleri nasıl yorumlayacağımıza kadar hayatımızın içinde olup okuyucusuna tarihsel ve toplumsal gerçeklikler sunarak geçmişle bugün arasında bağ kurmamıza yardımcı olur. Sosyoloji bilimi bazı çevreler tarafından önemsiz görülüyor olmasına rağmen, kurumların ve şirketlerin gelişme politikalarını belirleme noktasında dahi başvurdukları temel derecelendirme aracıdır. Aslında farkında olmasak bile hepimiz her gün sosyolojik çıkarımlarda bulunup, sosyolojik değerlendirmelerle aktif bir etkileşim içindeyiz. Bu yüzden sosyolojinin aktörlerinin ve ilgilendiği konuların farkında olmak dünyamızı anlamlandırma açısından oldukça önemlidir.

Sosyolojik düşüncenin temelleri 15.yy’da yaşamış olan İbn-i Haldun’a kadar uzanıyor olmasına rağmen bilim dalı ve terimi olarak ortaya çıkması 19.yy’da modernleşmeye karşı tepki ve eleştiriler doğrultusunda gelişmiştir. Endüstriyelleşme karşısında bireye yüklenen roller, devlet-toplum ilişkisi ve küreselleşme, sosyolojinin temellerini oluşturur. İnsan bilimi olarak incelenen sosyolojide kültür ve kültürle şekillenen kimlik konuları, ayrıca, “kültür endüstrisi”nin oluşturulması ve yaygınlaştırılması bu alanın diğer yapıtaşlarındandır. 

20.yy’a gelindiğinde insanlık tarihi bir dizi kötü ve karanlık olaylarla karşı karşıya kaldı; savaşlar, devrimler, ekonomik buhran… Bu talihsiz süreç kaçınılmaz olarak toplumu ve toplum bilimcilerini karamsar bir sürece yönlendirdi. 20.yy’da yapılan sosyolojik çalışmaların amacı insanı gelişen ve değişen dünyada daha iyi anlama, bireyin yalnızca ideolojilere bağlı kalarak değil bunlardan ayrı olarak incelenmesi ve özgürleştirilmesini ele alır. Bu noktada 1920lerde kurulmuş olan Frankfurt Okulu ve çalışmaları sosyolojik/psikolojik çalışmaların temeline oturmuştur. Peki Frankfurt Okulu bize ne öğretmeyi amaçlar ve neyi eleştirir? Temelinde eleştirel düşünceyi yayma ve “eleştirel teori”yi geliştirme üzerine kurulmuş olan bu ekol, dünyanın küçüldüğü vurgusunu yaparak bu nosyonda gelişen teknoloji ve iletişim araçlarının sürekli olarak nesnenin ve öznenin tanımlarını değiştirdiğini vurgular.

Frankfurt Okulu üyelerinin savunduğu en önemli noktalardan biri, giderek küçülen ve küreselleşen dünyada, bireyin etkileşim halinde bulunduğu her alanın politize olmuş olmasıdır. Sanatta, edebiyatta ve ekonomi politikte gördüğümüz her şey ideolojilerle şekillenen politik zihinlerin yankılarıdır. Burada önemli olan insan değerinin korunması, tarihin ve kültürün öneminin her zaman hatırlanarak bireyin belirli kalıplar içerisine sokulmamasıdır. Frankfurt Okulu savucularına göre bilinç sürekli bir akış halinde olup, dış koşullardan etkilenir ve tek bir ideolojiye bağlı kalamaz, kalmamalıdır.

Başka bir yazıda daha detaylı ele alınabilecek bu derin ve katmanlı meselenin özü insanın değerini anlama ve aydınlanma yolunda tarihsel hafızayı her zaman hesaba katarak, rasyonel ve insancıl çıkarımlar yapmayı hedef gösteriyor. Naçizane; biz de genç ve dinamik akıllar olarak her zaman çağın ruhunu koklamalı ve yürüdüğümüz yolda eleştirel düşünceyi hatırlayarak küreselleşen dünyada var olanın ötesini görmeye çabalamalıyız.

Sevgi ve barış ile.

Ayşenur Bayrak

 

Kaynak: 

https://www.youtube.com/watch?v=Oj6tSFKtMYE  ‘Doç. Dr. Güncel Önkal, Maltepe Üniversitesi ve Kadıköy Belediyesi işbirliği ile “20. Yüzyılda Felsefeye Yolculuk” adı altında verdiği seminer’

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.