Stoa Felsefesi

0 4.909

Istırap yaşamdaki olaylardan değil onları değerlendirme biçimimizden ortaya çıkar. Yani olaylara hangi çerçevelerden baktığımızla ilgili bir durum. İnsan başarısızlıklarının ardından suçlayacak çok şey bulur. Yaşadığı yeri, öğretmenini, ailesini… Peki Dostoyevski’nin yaptığı gibi sadece kendimizi suçlayıp biraz da kendi egomuza kıysak hayatın gerçekleriyle üstünü örtmeden daha net çarpışıp ilerdeki günlerimize daha sağlam gitme şansına sahip olamaz mıyız? Çünkü hayatın gerçeklerini öğrenen kişi o kadar öfkeli olmaktan vazgeçecektir. Tam da bu noktada olaylara bakış açımıza göre yaşamamızın nasıl dağlar kadar değişeceğini  gösterecek bir felsefi düşünce karşımıza çıkıyor; Stoa felsefesi.
Milattan önce 334-262 yıllarında yaşamış olan Kıbrıslı tüccar Zenon her şeyini kaybettiği bir gemi kazasından sonra kitaplarla vakit geçirmeye, kütüphanelerden çıkmamaya başlar. Zenon önceleri ünlü düşünür ve filozofların derslerine girer ardından kendi okulu Stoacılık Okulu’nu kurar ve bir çok öğrenciye dersler vermeye başlar. Kısa sürede bu felsefi akım Hristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesiyle Roma İmparatorluğunda yaygın bir düşünüş biçimi olarak karşımıza çıkar. Romalı devlet adamı Seneca, Filozof Epiktetos ve günümüze daha yakın zamanlardan Güney Afrika Cumhurbaşkanı Nelson Mandela 20 yılı aşkın hapishane hayatında tanıştığı bu düşünce akımından etkilenen önemli kişilerdir.  
Stoik kelimesinin etimolojisi acıya dayanıklı, duygusal aşırılıktan kaçan, kaderci anlamlarına gelir. Stoacılar dünyanın geleceği nasıl kurtulur gibi hayalci bir devlet ya da toplum inşa etmektense dünyayı olduğu gibi ele almayı ilke edinmişlerdir. Stoikçiliğin sütünları dört temel olgu üzerine dayanır; bilgelik, cesaret, adalet ve ölçülülük. Bilgelik için aslında alim olmanıza gerek yok, bu felsefe için bilgelik hangi sonuçların bize yarar sağladığı ya da hangi durumların bizi kötü sonuca götürdüğüne dair farkındalık. Bunu bireyin kendisinden iyi kimse bilemez. Cesaret ve adalet ise aslında doğru bildiğiniz, sizi vicdanen sıkıntıya sokmayacak hareketi fiziksel ya da psikolojik eyleme dönüştürmekle alakalı bir durum. Son olarak belki de hayattaki en önemli olgulardan biri: Ölçülülük. Abartılardan veya azımsamaktan kaçınmak. Kişileştirdiğimizde, insan kendi yeteneklerini abartmaktan da küçümsemekten de kaçınmalıdır. Her iki durum sonrasında bizi üzebilir, hayatımızda yaralar açabilir. Aslında beklentiyle alakalı bir durum. Beklenti ne kadar artarsa hayal kırıklıkları da o denli artar.
Stoa felsefesine göre hayatta karşılaştığımız olaylar bizi bir sonuca götürür. Bu sonuçlar doğrultusunda yaklaşımımız ikiye ayrılır; kontrolüm altında gerçekleşenler ve kontrol edemeyeceğim olaylar. Bizler hedeflerimizi seçebilir ulaşmak için türlü yollara başvurabiliriz ama sağlıklı olanı o hedefi asla arzu etmemektir. İnsan hayatı çeşitli yollardan başka kapılara açılabilir, bir şeye arzu edercesine bağlanmak ise daha sonra açılacak diğer kapıları da engeller aslında. Bir iş görüşmesine gittiğinizde sizin yerinize başka birinin sizden kötü olmasına rağmen torpille işe girebileceğini yahut o gün görüşmeye gittiğinizde patronun karısıyla kavga etmesi, tersinden kalkması sizi işinizden edebilir. Böyle sizin kontrolünüz altında olmayan durumların sonucunda üzülmek, harap olmak hem vaktimizi hem enerjimizi suistimal edecektir. Şampiyonluğa giden bir takımı düşünün iki sakatlıklıkla ya da o gün o sahanın içinde hiç beklenmedik şekilde bir oyuncunun ayağının kayması sonucu şampiyonluktan olabileceğini bilmek… Bunların hayatın içindeki ufak ama önemli ihtimaller olduğunu bilip duygumuzu ona göre kontrol etmek de bir nevi bilgeliktir aslında. Öte yandan, kontrol altında olan başarısızlıklarımızı, hatalarımızı düzeltip basamak olarak kullanmak işimizi kolaylaştırır. Bu zorlukları hayatın gereği kabul etmek gerekir. Hayat bir ok gibidir, sizi zorluklarıyla geri çekiyorsa daha ileri hedeflere fırlatacağı içindir. Geçmişte keşke yaşamasaydım dediğimiz anları düşünüp ağlamak, hazin duymak manasızdır. Seneca’nın dediği gibi, hayatın tamamı ağlanacak haldeyken parçalarına ağlamanın ne gereği var?
Stoacılar belirsiz bir gelecek için endişelenmeyi akıl işi görmez. Öncelikleri şimdiye dairdir. Eğer yarın öleceksem kaygılanmamalıyım çünkü ölüm benim kontrolüm altında değil. Fakat akşama süper bir maçı izlemek bana bağlı. Onu izlemek isterim. Yani aslında ölümden kaçamayız ama ölüm korkusundan uzaklaşabiliriz düşüncesini dikte eder bize. Her trajedi önceden hesaba katılmış olmalıdır. Misal, bu yazı yazılırken binlerce kişi okuyacak beklentisi ile değil kimse tarafından okunmayabilir düşüncesi ile, yani kimse için değil de aslında bir bakıma yazarın kendisi için yazması, sonrasında beklentiye girilmediği yahut olası kötü sonuçların zaten farkında olduğu için yazarda mutsuzluğa ve yorucu endişeye yol açmaz. Bu gibi kötü ihtimalleri düşünmek karamsarlık olarak nitelendirilmemelidir, burada ölçülü olmak gerekir. Bu durum, iyiye heves ederken kontrollü bir şekilde kötüye de hazırlıklı olmaktır. Çünkü, olan her şey olması gerektiği içindir.

Eren ARSLAN

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.