1930’lar: Yeni Cumhuriyet, Yeni Kimlik, Yeni Ruh

0 4.019

Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye’de modernleşmeye yönelik adımlar oldukça belirgin şekilde atılmıştır ve devlet politikaları buna paralel gelişmiştir. Çünkü cumhuriyetin ilan edilmesinin başarısı dışında Osmanlı’dan gelen ve toplumu kalkındıracak bir ideoloji yoktur. Atatürk’ün “reddi miras” söylemi bunu açıklamaktadır ve bu söylem Osmanlı’dan kopuşa meşruiyet sağlayan bir “genel onay” olarak görülebilir. Cumhuriyet devrimini desteklemek ve yeni cumhuriyeti kalkınma-ilerleme-modernleşme amaçları dönemin ana meseleleri olmuştur. Kalkınma için ekonomik bağlamda atılan adımlara 1927 Teşvik-i Sanayi Kanunu örnek verilebilir. Bu kanun ile yerli özel kesim desteklenmiştir. 1930’lardan sonra ise ekonomide tamamen devletçi ve korumacı politikaların izlendiği görülür. Milli ekonomi kaygısı görülür ki aynı milli kaygı, cumhuriyetin vatandaşlarının kimlik oluşumu, birlik beraberliği ve ortak ruhu için de söz konusudur.

Ortak milli ruhu elde edebilmek adına devlet eliyle birtakım girişimlerde bulunulmuştur. Bu bağlamda 1930’larda Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu gibi kurumlar kurulmuş, modernleşme devlet kurumları eliyle idealleştirilmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarının Türkiye’sinde güdülen kimlik ve birlik-beraberlik ruhu oluşturma gayesi, dönemin ideolojisi Kemalizm ile ilişkilendirilmiştir. Kemalizm ise milliyetçilik ve sekülerizm çerçevesinde bahsedilen gaye uğruna modernlik kavramını doğallaştırmış ve  bu kavramın “doğal savunucusu” olmuştur.

Devletin kalkınması ve modernleşmesi için toplumsal yaşamın birçok alanında çeşitli dönüşümler teşvik edilmiştir. Bu teşvik etme yine devlet kurumları vasıtasıyla desteklenmiştir. Çünkü Atatürk “yeni toplumun insanının yaratılması” ile cumhuriyetin korunmasının mümkün olabileceği anlayışına sahiptir. Kültür, sanat ve tiyatro yeni toplumun, insanının yaratılması konusunda etkilidir. Bu sebeple dönemin tiyatro oyunlarına cumhuriyet devrimine destek verecek şekilde değişiklik önerilerinde bulunulmuştur.

Yeni ve modern olan insanın yaratılması ile cumhuriyet devriminin desteklenmesinde haneleri değiştirmek ve dönüştürmek önemli bir meseledir. 1928’de kurulan Kız Enstitüleri, dönemin modernleşme ruhuna uygun düşen “verimli” kızlar yetiştirme amacı taşımakta idi. Temizlikten dikişe, modadan yaşam biçimine, bulaşıktan aylık ev içi bütçe hesaplamalarına dek birçok hane meselelerinde teknik ve düzen öngören modern anlayış Türk kızlarına bu enstitülerde öğretiliyordu. Kadına bir sosyal statü inşa amacı tabii ki hane dışında da gözetilmiştir.

Modern insan oluşturma çabasında kültürel önem taşıyan diğer bir nokta Türk musikisidir. Cumhuriyet devrimi aynı zamanda musikide de devrime neden olmuştur. Birliktelik ruhunu aşılamada önem taşıyan musiki, 1931 sonrası Halkevleri eliyle kurs ve konserler yürütülerek kitleleştirilmeye çalışılmıştır.

Birçok alanda modernleşme yanlısı adımlar atılsa da seçkinlerin sahip olduğu “modern toplum fantezisi” ve “toplumun kendi gerçekliği”nin oluşturduğu ikilik söz konusudur. Kemalizm ise Batı’ya göre noksan olsa da modernleşme modeliyle örtüşen bir çözüm arayışındadır. Bu bağlamda devlet kurumları aracılığıyla “yukarıdan” gibi görünen bir modernleşme çabası görülüyor denilebilir. Ancak bu toplumsal sınıfların bütünleştirilmesini içeren çaba, gerçekten yukarıdan olan Tanzimat sonrası Osmanlı’nın modernleşme anlayışından farklıdır. Çünkü Osmanlı çöküşten kaçma için modernleşmeye mecbur kalmışken, yeni cumhuriyet milli bir ruh ve birliktelik oluşturma amacıyla ve milliyetçilik temelinde modernleşme sağlamayı hedeflemektedir.

Öyleyse gerçekleşecek modernleşme teknik alanlarda olsun, sanayi kalkınsın ve ekonomik refaha ulaşılsın ama Osmanlı kültüründen gelen -özellikle dini- değerlerimiz korunsun eleştirisi bu noktada makuldür. Çünkü modernlik “düşman” ile ilişkilendirilen ve bu yönüyle dışardan gelen bir model olarak algılanmaktadır. Ancak kalkınmayı sağlamak için sanayinin gelişmesi ne kadar gerekli ise beşeri gelişme de bir o kadar önemlidir. Beşeri gelişme eğitim ile sağlanır, bu doğrultuda eğitim gelişsin yine Osmanlı değerleri kalsın gibi bir düz mantık ise kabul edilemez. Çünkü eğitim alanı, toplumsal ve küresel yapıdan bağımsız bir alan değildir. Örneğin savunulan “teknik” alanların gelişmesi için yol gösterecek yabancı aydın bireylerin ülkeye getirilmesi gerekecektir. Ülkeye gelen aydın bireyler toplumsal ve devlet yönetimi bakımından memnun olmadıkları bir ülkede nasıl barınacaklardır? Ya da Cumhuriyetin eğitim görmüş gençleri Avrupai teknikleri  ve yaşamı öğrendikten sonra beşeri sermayenin göçünü gerçekleştirmeyecek midir? Kalkınmanın sürekliliği için toplumsal yaşantıda ve kültür düzeyinde de ilerleme ve gelişme gerekmektedir. Toplum yaşantısının evrensel seviyede bir düzeye evrilmesi, eğitim ile bu seviyenin ve bireylerin desteklenmesi gerekmektedir.

Kaynakça

Orhan Koçak, “1920’lerden 1970’lere Kültür Politikaları”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce – Cilt 2 Kemalizm, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2009), 370-418.

Meltem Ahıska, “Türkiye’de İktidar ve Gerçeklik”, Defter, 33, Bahar 1998, 19-40.

Oktar Türel, “1930’lu Yıllar Türkiyesi’nde İktidar Mücadelesi, İstanbul Burjuvazisi ve Lüküs Hayat”, Edebiyattaki İktisat içinde der. Derya Güler Aydın, Çınla Akdere, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2014), 19-52.

Yael Navaro-Yaşın, “’Evde Taylorizm’: Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında evişinin rasyonelleşmesi (1928-40)”, Toplum ve Bilim 84, Bahar 2000, 51-73.

Füsun Üstel, “1920’li ve 30’lu Yıllarda ‘Milli Musiki’ ve ‘Musiki İnkılabı’”, Defter, 22, Sonbahar 1994, 41-53.

Ahmet Oktay, Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları, (İstanbul: B/F/S Yayınları, 1986), 332-456.

Ahmet Oktay, Türkiye’de Popüler Kültür, (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1993), 51-76.

 

Ayça Nur DURSUN

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.