1950’ler: Şiirin Bağımsızlaşma Deneyimi

0 5.093

Türkiye’de Sosyal, Kültürel ve Politik Hayatın Serüveni Yazı Dizisi-3 (Alt başlık/subtitle)

Truman Doktrini ve Marshall Planı’nın etkilerinin sosyal yapıya sirayet ettiği, dışardan gelen süt tozunu içen çocukların bulunduğu yıllardır 1950’ler… Tek partili hayatın sonuna gelinmiş ve Demokrat Parti ile çok partili siyasi hayata geçiş söz konusu olmuştur. Bunun getirdiği göreli demokratikleşme basının gelişmesine yol açmıştır. Genel manada Amerika “batı” yerine, “yeni merkez” durumuna gelmiştir. DP döneminde dile getirilen Amerika’ya benzeme ve “küçük Amerika” olma hedefleri bunun göstergesidir. Dergilerde de Amerikan propagandası yapılmıştır. Radyolar propaganda yapılması bakımından önem kazanmıştır. Ekonomik olarak ise 1954’lere dek bir altın ve döviz artışı görülür. Tarımsal üretimde de bir kapasite artışı olmuştur. Bununla birlikte köyden kente göç ve şehirlerde gecekondulaşma süreci de başlamıştır. Sonucunda ise köyden tam kopamamış, kentlilerce de kabullenilememiş ve kentli de köylü de olmayan melez bir sınıf ortaya çıkmıştır.

İşte 1950’lerin bu görüntüsünün ışığında kültür-sanat alanında bahsedilebilecek en genel yargı değişim ve dönüşümün varlığıdır. Değişim ve dönüşüm edebi hayatta günlük hayatın edebi eserlere yaklaşması şeklinde ifade bulmuştur. Günlük hayat şiirde görünür hale gelmiştir. Tiyatroda da günlük hayatın görünürlüğü artmıştır. Müzikte de halka yaklaşma ile bir değişim görülmüş ve halkın duygu, düşünce ve isteklerinin öne çıktığı bir Türk Sanat Müziği ortaya çıkmıştır

Çok partili hayat ile anılan DP iktidarı ile birçok alanda meydana gelen değişim ve dönüşüm şiir alanında da gerçekleşmiştir. Şiir alanında ikinci yeni şairlerden Turgut Uyar, Cemal Süreya, Edip Cansever, İlhan Berk, Ece Ayhan, Sezai Karakoç, Ülkü Tamer, Oktay Rifat gibi önemli isimler görülür. Cumhuriyet döneminin tek partili yönetimi sürecinde olanların aksine ikinci yeni şairlerinin politikadan ve ahlaktan kopma çabası vardır. Şiir dilinde bağımsızlaşma ve şiir dilinin şiire yeter hale gelmesini sağlama arzusu içerisindedirler.

“Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez

Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor

Bütün kara parçalarında

Afrika dahil” (Cemal Süreya, 1958).

Dönem şiirlerinden olan bu örnekten de anlaşılacağı üzere, şiirde dil politik söylemden uzaklaşmıştır ve düz yazıya yaklaşmıştır. Şiir, estetiksel olarak bir özerklik talebini içermektedir. Toplumsal alanda cinsel ahlak karşıtı özerk bir dil talep edilmektedir. Şiirdeki dünya temsili ise imgeseldir. Bir diğer deyişle, üzerinde uzlaşılmış anlamlar ile dünya tasavvuru yapılmamaktadır. Şair görev insanı değildir; özerk bir şiir dili kullanır ve doğal olanı taklit etmek yerine tahayyül konusunda özgürdür.

Bu durum toplumsal ve siyasal yapı ile ilişkilendirilebilir. Demokrat Parti ile gelen liberalleşme, yeni yollar, göç ve özel sektörün yükselişi gibi birçok olgu ve değişim söz konusudur. Tek partili hayatta devlet kurumları üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılan modernleşme yerine, çok partili hayatın sunduğu devlet kurumlarından özgür bir şiir söz konusu olmuştur. Nihayetinde ikinci yeninin amacı olan yeni şiir dilinde, modernleşmenin “makbul” öznesine ve değerlerine karşı doğrudan bir karşıt nitelik mevcuttur. Cumhuriyetin ilk yıllarından süregelen ve “makbul” vatandaş yaratma sürecinde etkili olan modernleşme anlayışının Demokrat Partili yıllarda kesintiye uğraması ile ikinci yeni şiirlerinin aynı dönemde kesişmesi anlamlıdır. Aralarında doğrudan ya da dolaylı olarak bir illiyet bağı söz konusudur.

Sonuç olarak Türkiye’nin 1950’lerdeki sosyal ve politik durumundan, Türkiye’nin kendine özgü sosyal-politik-ekonomik yapısı ve içsel dinamiklerinden kaynaklanan bir şiirsel dönüşüm söz konusu olmuştur. Ancak yine de o söz konusu dönemde estetik özerkliğe karşı hala bir direnç vardır. Dönemin edebiyat ortamında, şiirin dönüşümü öykü ve romanda görülen değişimlerinin aksine yoğun bir tepki almıştır. İkinci yeniye karşı tepkilerin çoğu özerk bir dil kullanmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü Türkiye o dönemde hala değer olarak kültür özerkliğini kabul etmemektedir. Bu durum, Türkiye Cumhuriyeti’nin -milli bir ruh ile oluşması amacıyla- başlangıcından gelen kurumlar eliyle modernleşme çabasının bir ürünüdür. Ki bu çaba ve ürünleri; Türkiye’nin görevi icra etmekten özerk bir kültür deneyimine sahip olamamasının temel sebeplerinin başında gelmektedir.

Kaynakça:

Sinan Yıldırmaz, “Köylüler ve Kentliler: Ellili Yılların Dönüşen Yeni Sosyo-ekonomik ve Kültürel Coğrafyası”, Mete Kaan Kaynar (der.), Türkiye’nin 1950’li Yılları, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2015), 541-564.

Mehmet Ö. Alkan, “Soğuk Savaş’ın Toplumsal, Kültürel ve Günlük Hayatı İnşâ Edilirken…”, Mete Kaan Kaynar (der.), Türkiye’nin 1950’li Yılları, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2015), 591-626.

Derya Bengi, “Zeki Müren: İstikbalin En Parlak Delikanlısı”, Mete Kaan Kaynar (der.), Türkiye’nin 1950’li Yılları, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2015), 465-470.

Aslı Uçar, “Ellili Yıllarda Edebiyat Ortamı: Toplumculuğun Modernizmle Dansı”, Mete Kaan Kaynar (der.), Türkiye’nin 1950’li Yılları, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2015), 471-484.

Ahmet Oktay, Türkiye’de Popüler Kültür, (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1993), 77-98.

Yalçın Armağan, İmkânsız Özerklik, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2011).

 

Ayça Nur DURSUN

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.