Kılıçlı Deli: Enver Paşa Kimdir?

0 4.387

İttihat ve Terakki kırk deliden oluşmuş bir kurumdur. Talat akıllı delidir, Hüseyin Cahit kalemli delidir, Kara Kemal hesap delisidir, Ziya Gökalp kitaplı delidir, Enver kılıçlı delidir, ben konuşan deliyim, Yakup Cemil ise zır delidir.

                                                                                                            Ömer Naci

 

Zeki Velidi Togan Enver Paşa’yı şöyle tanımlamaktadır: Enver Paşa şecaati, temizliği, yüksek himmeti, sabır ve metaneti ile Türkistanlıları hayrette bıraktı. Enver Paşa ve yanındaki Türk subayları, bilhassa Faruk Bey, Türkistanlıların nazarında Türk şecaatinin, Türk ülkücülüğünün somut sembolü olup kalmışlardır. Enver Paşa’nın Türkistan’daki harekâtı esnasında yanında bulunanlardan çoğunun hatıraları elimdedir. Hepsi de bu zatın, şüphesiz temiz ve ekseriya hesap ve muhakeme çerçevesine sığmayan bir idealisttir.

Enver Paşa doğum adıyla İsmail Enver 23 Kasım 1881 yılında İstanbul’da doğmuştur.  Eğitim hayatı ise sırasıyla İptidai Okulu (İlkokul),         daha sonra Fatih Mektebi İptidaisi, Manastır Askeri Rüştiyesi (o dönem başvurduğunda yaşı küçük olmasına rağmen kabul edilmiştir), Manastır Askeri İdadisi, Harp Okulu ve Harp Akademisi şeklindedir. Eğitim hayatında da hayatının ileriki zamanlarında olduğu gibi rahat durmamış, tutuklanmış ve Yıldız Mahkemesinde yargılanmış daha sonra serbest bırakılmıştır. (Amcası Halil (Kut) Paşa ile beraberdir. Halil Paşa kendisinden bir yaş küçüktür. Aynı dönemde okumuşlardır.)

Kurmay Yüzbaşı olarak mezun olmuş 23 Kasım 1902’de Üçüncü Ordu’nun emrinde Manastır 13. Topçu Alayı 1. Bölüğüne verildi. Manastır, Koçana, Üsküp’te çeşitli askeri görevlerde bulunmuş 1904 yılında kolağası, 1906 yılında Binbaşı olmuştur. 1907 yılının Ekim ayında Manastır ve civarında eşkıya takibi ile görevlendirilmiştir. İsmet Paşa (İnönü) bu durum hakkında şunu demiştir¹: “Evladım bak, deden, ben, Mustafa Kemal, hepimiz kurmay subaylardık. Ama deden hepimizden daha cesurdu. Biz kurmay subaylar olduğumuz için karargâh görevlerine talip olurken, o Makedonya’da dağlarda Bulgarlarla, merkep sırtında çetecilerle savaşmayı tercih etti.” Yaptığı bu çalışmalardan ötürü kendisine 4. ve 3. Mecidiye Nişanı, 4. Osmaniye nişanı ve altın Liyakat Madalyası verilmiştir.

1908 yılına gelindiğinde amcası olan Halil Paşa (Kut)’nın tavsiyesi ile Osmanlı Hürriyet Cemiyetine girmiştir. Cemiyete girdikten sonra etkin isimlerden olmaya başlamış ve cemiyetin ihtilal hareketlerinde rol almıştır. Hürriyet Kahramanı olarak anılmasına vesile olan olay ise kız kardeşi Hasene Hanım’ın kocası olan saray adamı olarak bilinen Selanik Merkez Kumandanı Kurmay Albay Nazım Bey’e suikast girişimi olayıdır. Bu girişimde Nazım Bey ve onu öldürmekle görevli olan fedai Mustafa Necip Bey yaralanmıştır. Enver Paşa da bu olay üzerine Divan-ı Harb’e sevk edilmiştir. Ama o İstanbul’a gitmek yerine ihtilali başlatmak için dağa çıkmış, Manastır’a yönelmiştir. Fakat burada Resneli Niyazi Bey’in dağa çıktığını öğrenince burayı bırakıp Tikveş’e yönelmiştir. Kendisi dağa çıkan subayların en kıdemlisi olduğu ve birçok olayda başrol oynadığı için bir anda “Hürriyet Kahramanı” ilan edilmiştir. İttihat ve Terakki’nin askeri kanadının en önemli isimlerinden biri olmuştur.  Meşrutiyetin ilanından sonra Makedonya Genel Müfettişliği ve Berlin Ataşeliği görevinde bulunmuştur.

Hayatında dönüm noktası olan, yükselirken daha da yükselmesini sağlayan bazı durumlar şunlardır: Trablusgarp Savaşı, Bab-ı Ali Baskını ve Balkan Savaşı’dır. Öncelikle Trablusgarp’ı İtalyan işgalinden kurtarmak için Kolağası Mustafa Kemal Bey (Atatürk), Paris Ataşemiliteri Fethi (Okyar) Bey ile uzun uğraşlar sonucu Trablusgarp’a gitmişlerdir. Burada 20 bin kişiyi örgütlemeyi ve adına para bastırarak bölgeye hâkim olmayı başarmıştır. Burada yaptığı başarılı direniş yerel halk tarafından iyice tanınmasına ve bilinirliliğinin artmasına sebep olmuştur. Yine burada Senusilerin ileri gelenleriyle iyi ilişkiler kurmuştur.

(Senusiler veya Senusilik 1837 yılında Sidi Muhammed bin Ali es-Senusi tarafından 1837’de Kuzey Afrika’da kurulan dinsel ve siyasal harekettir.)

İtalyan kuvvetlerine yaptığı başarılı mücadele sayesinde rütbesi Yarbaylığa yükselmiştir. Daha sonra 1912 yılında Balkan Savaşları’nın başlaması sebebiyle İstanbul’a dönmek üzere bölgeyi terk etmiştir.

Yükseliş Dönemi, Bab-ı Ali Baskını, Edirne Fatihliği

İstanbul’a dönen Enver Paşa bünyesinde bulunan gönüllü subaylarla birlikte hemen işe koyulmuş ve düşmanla savaşa girişmişlerdir. Subayların çabaları sonuç vermiş ve düşman Çatalca önlerinde durdurulmuştur. Bundan sonra her savaşta olduğu gibi konferans kurulmuş, (Londra Konferansı) bu konferansta Midye-Enez sınırını bize kabul ettirmeye çalışmışlardır. Edirne’nin dışarıda kaldığı bu sınıra birçok subay ve paşa büyük bir tepki gösterse de Kamil Paşa hükümeti bu sınıra olumlu yaklaşmışlardır. Bu işin böyle gitmeyeceğini düşünen Talat Paşa, Enver Paşa gibi ileri gelen İttihatçılar, Kamil Paşa hükümetini savaşta başarısızlık ve uluslararası baskı neticesiyle Osmanlı’nın tarihi başkenti Edirne’yi Bulgarlara teslim edeceğini düşünerek toplantı gerçekleştirmişlerdir. Baskının yapılacağı günlerde ateşkes ilan edilmiş ve Kamil Paşa hükümeti sorunu siyasi yollarla çözme gereği duymuştur. Bulgarların isteği ise kesin ve nettir, şehir boşaltılacak ve krallıklarına teslim edilecektir. İttihat ve Terakki grubu da Kamil Paşa hükümetini Edirne’yi teslim edeceğine dair propagandası ile halkı galeyana getirmiş ve Bab-ı Ali’ye yürümüşlerdir.  Bu baskında partinin ileri gelenlerinden olan Talat Bey, Enver Bey, Mustafa Necip, Yakup Cemil, Filibeli Hilmi, Sapancalı Hakkı, Mithat Şükrü Bey aktif rol üstlenmişlerdir. Baskında Harbiye Nazırı Nazım Paşa, Yakup Cemil tarafından alnından vurularak öldürülmüş ve Sadrazam Kamil Paşa’ya da zorla istifa mektubu imzalattırılmıştır. Baskından sonra Mahmud Şevket Paşa hükümeti kurulmuştur.

  1. Balkan Savaşı’ndan hemen sonra Edirne’nin geri alınması üzerine planlar yapılmış, II. Balkan Savaşı’nın patlak vermesiyle Enver Paşa ordusuyla Edirne’ye girmiştir. Bulgar ordusunun büyük bir kısmının başka cephelerde olmasından ötürü büyük bir direnişle karşılaşılmamış ve Enver Paşa ordusuyla şehre girmiştir bu olaydan sonra halk arasında ünü daha fazla artmış ve Edirne Fatihi olarak anılmaya başlanmıştır. Bundan sonra rütbesi Albaylığa kısa süre sonra Generalliğe yükseltilmiştir. İlerleyen zamanlarda Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa’nın yerine Harbiye Nazırı olmuştur. Harbiye Nazırlığı göreviyle İttihat ve Terakki’nin askeri kanadının da sorumlusu Enver Paşa olmuştur.
  2. Dünya Savaşı, Savaşı Kaybetmemiz Üzerine Ona Edilen İthamlar, Savaştan Sonrası, Ölümü

Osmanlı Devleti son dönemde herkesin bildiği gibi düşmeye başlamış, Avrupa’nın yaptığı reformları ve devrimleri kendi bünyesinde yapamamış, yapsa da başarılı olamamış, savaşlarda sürekli kaybetmeye başlamış ve yabancı devletler devletimize “Hasta Adam” sıfatını yakıştırmışlardı. Tüm bunların yanında çıkacak olan yeni, büyük savaşta gizli antlaşmalarla devletimizi kendi aralarında paylaşmış, bilfiil çoktan parçalamışlardı. Çıkacak olan yeni savaşta devletimizin yönetim kadrosu bunun farkındaydı. Kendimizi korumak, devleti yaşatmak için taraf arayışına girmişlerdi. Çünkü böylesine büyük bir savaşta taraf olmayan bir devlet çok kolay bir şekilde parçalanır, hayatı sonlanırdı. Bunun olmaması için ilk olarak İngilizler tarafında olma isteğinde bulunan devletimiz ret cevabı alınca, biraz beklemiş başkalarına gitmemiştir. Enver Paşa Harbiye Nazırlığı’nda iken bu savaşta ordunun kötü olduğuna kanaat getirmiş, binden fazla yaşlı subayı ordudan tasfiye etmiş ve genç subayları önemli görevlere getirmiştir. Ona bu tasfiye işleminden sonra günümüzde birçok hakaretler edilmiş ve bu tasfiye işleminin yanlış olduğunu vurgulamışlardır. Aksine bu hareket ordunun dinamizmini artırmış ve tecrübe sağlanmıştır. Savaştan sonra bu genç subaylar ülkenin kurtuluşunda önemli rol oynamışlardır.

Baktık ki bizi Avrupalı devletlerin çoğu kabul etmiyor, biz de tarihte bazı yardımları olan Almanların yanında savaşa girmeyi uygun bulduk. Çünkü Almanlar o dönem sanayi ve ordu bakımından çok fazla gelişmiştir. Ordumuzu modernleştirmek için onlardan yardım aldık, bu yardımlar ordumuzdaki Fransız stilinin yerine Alman stilinin uygulanması, Alman subayların Türk ordusunda danışman olarak görev almasıdır.

  1. Dünya Savaşı’na girdiğimiz olayı yine hepiniz bilirsiniz. Goeben ve Breslau adlı iki kruvazörün Birleşik Krallık gemilerinin takibinden kurtulmak için Çanakkale’den çıkıp İstanbul’a varmasıyla kruvazörlerin adının Yavuz ve Midilli olarak değiştirilmesi ve bu kruvazörlerin Rus liman şehri Sivastopol kentini bombalamasıdır.

Savaşın başlamasıyla bu genç ordu tabiri caizse her yerde savaşmaya başlamıştır. Savaşın öğretilme doğrultusuyla bilinen en büyük iki cephesi Çanakkale Cephesi ve Kafkasya Cephesidir. Kafkasya Cephesi’nde Enver Paşa’ya yapılan en büyük (deyim yerindeyse) iftira, doksan bin askerin donarak tek kurşun atmadan şehit olmasıdır. Birçok kaynağa göre (ben birkaçını buraya yazacağım) Türk ordusunun kaybı şu şekildedir: General Fahri Belen’e göre bu sayı yirmi üç bin ölü, on bin hastanede ölen, yedi bin esir, on bin yaralıdır. Yarbay Guze ise otuz bin ölü, yirmi yedi bin esir ve on bir bin ölü ve üç bin beş yüz esir olarak iki istatistik ortaya koymaktadır. Yani bahsedildiği gibi ordunun tamamı donarak şehit olmamış pek tabii vuruşanlar olmuştur. Yapılan yanlış adımlar olmasa (geri çekilme, Enver Paşa’nın baskın basanındır anlayışının reddi ile baskınlara hızlı şekilde devam edilmemesi) kazanan Türk ordusu olabilirdi. Rus askeri tarihçisi General Maslofski planı araştırdığında kendilerinin kazanmasını şöyle beyan etmiştir: “Türklerin elinden bizi Tanrı kurtardı”.

Bu cephe hakkında şahsına tonla itham yapılsa da Çanakkale Cephesi’nde de komutan olmasına rağmen Çanakkale cephesi için adı, ne hikmetse, neredeyse hiç geçmemektedir. İngiliz gazeteleri onun hakkında savaşın ihtişamlı figürü olarak bahsederken, bu adam bizde çoğu kimse tarafından hain, hayalperest olarak biliniyor. Fakat o, tam tersine yaptıkları ve düşündükleriyle Türk siyasi ve askeri tarihinin dönüm noktalarından biri olmuştur.

Savaş kaybedildikten sonra ne yazık ki Avrupa’ya kaçmış daha sonra Türkistan tarafındaki Türkleri, Ruslara karşı ayaklandırmak için Türkistan’a geçmiştir. Arkadaşları Talat Paşa ve Cemal Paşa suikasta kurban giderek ölürken o Tacikistan’da Pamir Dağları’nda Ruslara karşı savaşırken mitralyöz (makineli tüfek) ateşi sonucunda hayatını kaybetmiştir. Türkistan bölgesinde Basmacı Hareketi’ne büyük katkıları olmuş, Basmacı İsyanı’nın başlamasına öncülük etmiştir. Kafkas İslam Ordusu’nun kurulmasında büyük rol oynamış ve kardeşi Nuri (Killigil) Paşa bu ordunun komutanı olmuştur, bu ordu Azerbaycan’ın kurtuluşunda büyük bir pay sahibi olmuştur. Günümüzde Mustafa Kemal’e (Atatürk) büyük bir düşmanlık beslediği lanse edilse de bu yanlıştır. Eşi Naciye Sultan’a yazdığı mektuplarda Atatürk için şöyle demiştir:

“İkinci bir arzum vardır. O da Mustafa Kemal Paşa ile ilgilidir. Onun başarıya ulaşması için mümkün olan hiçbir yardımı esirgeme. Zira Allah, onu bu memleketi düşmanlardan kurtarmak ve korumak için seçip göndermiştir.”

Gelin onu bir de tarihçilerden, o dönem onunla yaşayan insanlardan öğrenelim;

Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay onu ve Dünya Savaşı’na girmemizi şöyle açıklıyordu: “Enver fevkalade dürüst, namuslu, efendi bir adamdı. Hele her şeyin üstündeki vatanseverliğine toz kondurmak imkânı yoktur. Onun hakkındaki tek itham da memleketi umumi bir harbe sokmasıdır. Bence bu itham da varit değildir. Zira biz umumi harbe girmemiş olsaydık, o zaman İngilizlerin müttefiki olan Ruslar, Türkiye’ye girerlerdi. Biz eğer harbe girmemiş olsaydık, Rusya’da Bolşeviklik inkılabı olmaz, Çarlık idaresi devam eder ve bu idare hele bir büyük harbin galibi olunca, öteden beri göz diktiği Boğazlar ve İstanbul’u mutlaka ele geçirmek yolunu tutardı. Öte yandan müttefikimiz olan Almanlar da para veriyorlar, top veriyorlar ve harbe girmemizi istiyorlardı. Kısaca, bizim 1914’e Birinci Cihan Harbi’ne girmemiz zaruri idi.

Ne kadar çok yönlü bir düşünce öyle değil mi? Tek noktadan bakmayıp çok yönden bakmanın faydası her zaman vardır.

Peki, Şevket Talha Apuhan ne diyordu: “ Bir Türk Kurmayı’nın ruhunun ve beyninin yüzde 50’si Atatürk ise, yüzde 50’si de Enver Paşa olmalıdır.”

Nihal Atsız’a da göz atalım: “Millet yolunda ölen Namık Kemal bir kahramandır. Şahsiyetini milli varlık içinden eriten Gök Alp de öyledir. Türkistan’da milli şuuru uyandırmak için ölmek kararı veren Rus makinalısına yürüyen Enver Paşa da belki onlardan daha büyük bir kahramandır.”

Son iki örneğimize geçecek olursak;

Şevket Süreyya Aydemir ve İlber Ortaylı onun hakkında şöyle diyordu:

“Osmanlı İmparatorluğunun 1897-1908 arasındaki askerler, kurmaylar neslinden biri, yani hayatlarında yenilgi kabul etmeyenlerden bir Yıldız Adam… Enver Paşa romantik miydi?

Hayır! Bir hayalperest miydi? Belki… Fakat şüphe yok ki kararlarında sınırsız bir ihtiras adamıydı. Eğer, çağ başka bir çağ olsaydı, eğer çağın akımları değil de, dünya, Orta Çağ şartları içinde bulunsaydı, belki Enver Paşa da, o gün orada ve bir adsız olarak çıktığı yolda, bir gün, belki bir Sevüktekin, bir Gazneli Mahmut, ya da Selçuk veya Timur olur, çıkabilirdi. Hem de henüz otuz sekiz yaşındaydı.” “Enver Paşa; Farsça biliyor, çok iyi Fransızca biliyor, ataşemiliter olarak gittiği için Almancası fevkalade, Rusça biliyor. Dört lisan yahu olacak şey değil. Sonra İngilizce de öğrenmeye kalkmış o felaket zamanda. Topu topu da kırk sene yaşadı, gitti.”

Tabii mesele onu sadece övmek değil burada, hakkında eleştiriler de mevcut. Buna en güzel örnek yine İlber Ortaylı’dan verilebilir: “Balkan Savaşı’ndan sonra Balkan devletlerinin arasındaki nefreti görüp stratejik bir ustalık ve atılımla Bulgarların elindeki Edirne’yi kurtarmasıyla ünlenen, takdir edilen Enver Bey miralaylığa terfi etti. Henüz 31 yaşındaydı. İttihat ve Terakki idareye hâkim olmuştu. Bu arada Mahmud Şevket Paşa’nın katliyle boşalan Harbiye Nazırlığı’na Yemen’den başarıyla dönen Ahmet İzzet Paşa’nın tayin edilmesine rağmen parti Enver’i altı ay zarfında mirlivalığa (tuğgeneralliğe) terfi ettirdi. Hak ettiği bu rütbenin üstüne çok fazla süratli bir terfi daha geldi; makamdan alınan Ahmet İzzet Paşa’nın yerine Harbiye Nazırı yapıldı.” Nitekim hızlı yükselişi hep bir tartışma konusu oldu.

Enver Paşa’nın hayatındaki hata, üstün görünenin içindeki zaafı görüp tenkitçi gözle arayıp bulamamasıdır. O zamanki Osmanlı Türk ordusunun genç komuta grubu içinde Kazım (Karabekir), Esad Paşa, Fevzi Paşa, Ali Fuad ve tabii Mustafa Kemal Bey gibi değerli kurmaylardaki bu tutum Enver’le onların arasında 1914’ten itibaren bir açıklık yaratacaktır.

Kendisinin ölümüne tekrardan değinecek olursak; 4 Ağustos 1922 yılında Rusların açtığı mitralyöz ateşi sonucu sabah saatlerinde hayatını kaybetmiştir. Türkistan bölgesindeki Türkler onu çok sevmiş onun için türbe yaptırmışlar, adına mevlit okutup şarkılar yazmışlardır. “Hoş gelişler ola Kahraman Enver Paşa” buna en güzel örnektir. Cenazesi 1996 yılında Türkistan bölgesinden, Türkiye’ye getirilmiştir.

Enver Paşa ile ilgili son cümle Mustafa Kemal ATATÜRK’ün söylediği bir sözle bitirilmelidir:

“Enver bir güneş gibi doğmuş, bir gurûb ihtişamıyla batmıştır; arasını tarihe bırakalım.”

 

Gürsel AYAYDIN

 

KAYNAKÇA

Osman Mayatepek, Dedem Enver Paşa

Halil Erdoğan Cengiz, Enver Paşa’nın Anıları, İletişim Yayınları, İstanbul

Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa

Nevzat Kösoğlu, Şehit Enver Paşa, Ötüken Neşriyat, İstanbul

Osmanlı Araştırmaları “Enver Paşa”

T.C Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Müdürlüğü-  Osmanlı Belgelerinde Balkan Savaşları

Richard Hall, The Balkan Wars

Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim

Galip Vardar, Samih Nafiz Tansu, İttihat ve Terakki İçinde Dönenler

Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

General Maslofski, Umumi Harpte Kafkas Cephesi

İlber Ortaylı, Erol Şadi Erdinç, İttihat ve Terakki-Osmanlı İmparatorluğu’nda gizli örgütlenmeler ve darbeler

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.