Cumhuriyet Otobüsü

0 2.410

“Çocuklarınızı padişahçı değil, milliyetçi yetiştiriniz.”

“Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu devam ettirecek sizlersiniz.”

                                                                                                                                                   Mustafa Kemal ATATÜRK

 

 

Milletlerin insan yapısına benzer bir şekilde sosyolojik bir yapısı vardır. Bu sosyolojik yapı bu sosyolojik yapı, insan yapısının bazı şeyleri kabul etmediği gibi bazı olayları ve kavramları kendi içinde hazmedemez. Son zamanlarda sosyal medya aracılığıyla görmüş ve izlemiş olduğum birçok video neticesinde bunu söylüyorum. Görmüş olduğum bu video ve olaylar kafamda tek bir soru uyandırdı. Milletimizin yapısı Cumhuriyet rejimini hazmedemedi mi? Ülkemizde en büyük sorun yediden yetmişe, sağcısı veya solcusu fark etmeksizin neredeyse tüm bireylerin partizanlık veya deyimi yerindeyse kayırmacılık yapmaktadır. “Bunu nereden çıkardın?” diye soracak olursanız size vereceğim tek cevap etrafınızı iyice kontrol etmeniz gerektiğidir. Ve emin olun göreceksiniz dediğim gibi yediden yetmişe, büyük küçük fark etmeden neredeyse tüm insanların partizanlık kavgası içinde eridiğini göreceksiniz. Bu kavgalara da yakından bakıldığında, biraz da incelenirse aslında birinin ötekinden farklı olmadığını anlaşılıyor. Farklı boyut ve pencerelerden dünyaya bakan bu insanların kavgasında ortak nokta savunduğu kişi, kişiler veya partinin başa geçmesi ve daima onların yönetmesi isteğidir. İşte burada eleştirilen ve değinilen nokta tam da budur.

Bu tartışmanın temeline bakacak ve bir konu ile ilişkilendirecek olursak bu kesinlikle monarşidir, beraber yaşadığımız insanların içinde bulunduğu bu durumun monarşiden ne farkı var? Bizler cumhuriyet rejimine geçmişiz burası tamam fakat sadece geçmekle kalmış onu daha tam anlayamamışız, resmen monarşi yönetiminin düzenini cumhuriyet rejimine uyarlamışız. Fakat bazı noktalarda da kendimize hak vermeden edemiyorum. Yüzyıllar boyunca bir hanedanlığın altında yönetilen, söz söylemeye dili varmayan halk kısa bir süre sayılabilecek bu zamanda nasıl cumhuriyeti kavrayıp düzgün bir şekilde karar verebilsin…

Aklınızda, bahsettiğim tartışmalar ve kavgalar biraz canlandıysa eğer soruya geçilebilir. Cumhuriyet rejimi ve olgusunun işleyişi bir tek bu topraklarda, bu coğrafyada mı sıkıntılı?

Cumhuriyet ile yönetilen Batı ülkelerine bakıldığında onlardan farklı olarak, tek bir adamın ve onun gibi olan ardıllarının başa gelmesi isteniliyor. Realizmden ve akıldan uzak bir anlayışla adeta hayata at gözlüğüyle bakan insanların yanında pek tabii akılcılık yapan, kendinin ve devletinin yarınını düşünüp ona göre konuşan insanlar hayatımızda var. Fakat böyle insanlar diğerlerinin yanında tam manasıyla bir avuç kadar kalmaktadır.

Bu durumun yanı sıra cumhuriyet ile yönetilen diğer ülkelerin halklarına baktığımızda ise tam tersini görmekteyiz. Onlarda durum çoğunlukla şu şekilde; akılcı, tek bir insanın hakimiyetine karşı, cumhuriyet düzenine, işleyişine karşı bir problem olduğunda duygularını ve düşüncelerini yönetimdekilere deyimi yerindeyse haykırabilmekte ve cumhuriyet rejimine karşı olanın ise az olduğunu görmekteyiz.

Bu sosyolojik yapı tarihteki yaşanılanlarla ilişkilendirilebilir. 1800’lü yılların ortalarına kadar milletimiz yönetime neredeyse ortak olamazken, Batı toplumları 1215 Magna Carta Anlaşması ile kralın yetkilerini kısıtlamaya başlıyordu. Bu milletin evlatları ise, 19. yüzyıla kadar yönetme gücünün hanedana Tanrı tarafından verildiğini düşünürken sözüm ona diğer devletler bu anlayışı yıkmaya geçmişti. Üstüne bir de Rönesans ve Reform, Fransız İhtilali gibi toplumsal olaylar cereyan edince onlar aydınlığa yelken açarken biz ise karanlığa doğru yelken açmışız. Pek tabii sizin de bu yazıya soracak bir sorunuz olacaktır: “Bizim de çok bilgili insanlarımız, çok bilgili padişahlarımız, çok bilgili yönetimimiz vardı?” Evet vardı ama cevabımız sorunun içinde saklı duruyor. Belirli bir zümreye bilgili sıfatı atfediliyordu, topluma değil. Dikkat etmemiz gereken hususlardan birisi de 20. Yüzyılın başlarında okuma-yazma oranımız çok çok azdı. Tarihimiz şan ve şerefle dolu evet. Halka dayalı Cumhuriyetin çıkış noktası olan Fransız İhtilali’ni bir kenara bırakacak olursak, ne yazık ki bizim tarihimizde tüm toplumu etkileyen ne Rönesans gibi olay olmuş, ne de toplum üzerindeki dini baskıyı azaltan Reform gibi bir olay. Bu olaylar Batı toplumunu temelden bilinçlendirirken biz geri kaldıysak, sorduğunuz bu soru maalesef pek bir işe yaramaz.

Yöneticisini seçme, egemenliğin kendilerinde olma isteği Batı toplumunun içinde yüzyıllardan beri var olmuş ve en sonunda Fransız İhtilali ile vücut bulmuştur. Bizde ise yönetime ortak olma, hanedanın sınırsız yetki ve isteklerinin sınırlandırılması 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarını bulmuştur. Sosyolojik yapımızda alışılagelmemiş bir olgu olan cumhuriyet için bu anlayışa geçişimiz biraz hızlı olmuştur. Bu hızlı geçiş ise ne yazık ki milletimiz nezdinde kolayca sindirilememiştir. Cumhuriyeti tarihimizle bağdaştırarak bir temele oturtacak olursak bunun için en önemli örnek “Kurultay”dır. Parlamento benzeri bu oluşum Orta Asya Türk devletlerinde savaşa, barışa, törede ve dinde değişikliğe karar veren bir oluşumdur. Hükümdar töre gereği bu oluşumun kararına aykırı davranamazdı. Fakat ne yazık ki bu oluşum da Cumhuriyeti tarihimizde temellendirmek için yetersiz kalmaktadır.

Bu satırlar ilk etapta tarihimize yönelik bir nefret duygusu ile kaleme alınmış gibi gelebilir. Fakat hayata, çevremize ve yaşadıklarımıza geniş çerçeveden bakıldığında her birimizin kafası karışacaktır. Bu satırlardan niyaz sadece etrafımızda, çevremizde sıkça rastlayabileceğimiz durumlar üzerinden aklımıza gelen “Cumhuriyet rejimi ve olgusunu bu milletin yapısı kabul mü edemedi?” sorusuna eleştirel bir cevap bulmaya çalışmak. Asla kimseyi hedef göstermiyor, birini alçaltırken diğerini yükseltmiyoruz.

Cumhuriyet hayatımızdaki en güzel olgudur. Kimsesizlerin kimsesidir. Cumhuriyetimizi ve onun gerektirdiklerini iyice anlamalı, bize kattıklarına sahip çıkmalı ve onu ileri taşımalıyız. Bundan başka çaremiz ve gayemiz olmamalıdır. Şimdi Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün 10. Yıl Nutkundan kısa bir bölüme kulak verelim:

“Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir…

“Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır…”

“Türk Milleti!

Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

Ne mutlu Türk’üm diyene!”

 

Kapanışı ise Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Üç Dil şiirinin son kıtası ile yapalım:

“En azından üç dil bileceksin

En azından üç dilde

Ana avrat dümdüz gideceksin

En azından üç dil

Çünkü sen ne tarih ne coğrafya

Ne şu ne busun

Oğlum Mernus

Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.”

 

Cumhuriyetin büyük bir nimet olduğunun anlaşıldığı, muasır medeniyet seviyesine çıktığımız, otobüsü kaçırmamızı sağlayan deyimi yerindeyse boş ve manasız kavgaların olmadığı güzel yarınlara…

 

                                                                                                Gürsel AYAYDIN

 

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.