STRUMA OLAYI

0 4.212

    Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Alman Nazizm’inin yayılması ile birlikte 1933 yılında Yahudilerin haklarının azaltılması ile dünya adım adım felakete sürükleniyordu. Sonunda Nazi hükûmetinin kuduz bir köpek gibi eline geçirebildiği bütün Avrupa Yahudilerini hedef alıp yok etmeye kalkması büyük acılara neden oldu. Nazi Orduları kendi ülkelerinde Yahudilere karşı uyguladığı sert politikaları Balkanlarda da uygulamaya başladı.

Alman ordularının baskısı ve çoğu ülkeye istilası ile birlikte binlerce Yahudi, toplama kamplarına ve gaz odalarına mahrum bırakıldı. Alman istilası altına giren Romanya, Yahudiler üzerindeki baskıları artırarak Yahudi karşıtı yasaları yürürlüğe koydu ve her şey aslında bu şekilde başladı…

1941 yılına gelindiğinde Romanya’nın Yaş şehrinde yaklaşık 4 bin Yahudi, Nazilerce vahşice katledildi. Korku ve umutsuzluğa kapılan Romanya Yahudileri kaçmaktan başka çare bulamadı. Gidilecek coğrafya ise çoktan belliydi: Filistin.

   Struma Gemisi

İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Nazi işgalinin baş gösterdiği neredeyse her yerden Filistin’e büyük bir Yahudi göçü başlamıştı. Türkiye’nin karasularını kullanarak oradan Filistin’e kaçmayı amaçlayan Romanyalı zenginler ve entelektüeller, birleştirdikleri paralar ile bir gemi kiraladılar. Romanya’nın Köstence limanında Musevi mültecileri Filistin’e götürmek üzere bir gemi bekliyordu, bu gemi tarihe ismini altın harflerle kazıyacak olan Struma’ydı…

Olayın başkahramanı olan Struma, adını Bulgaristan’daki bir nehir olan Struma Nehri’nden alır. İlk olarak 1867’de İngiltere’de Cornelia adıyla zengin bir İngiliz için inşa edilmiştir. Bu ahşap gemi, daha sonra 1911 yılında Avusturya- Macaristan’a satılmış ve Balkan Savaşları’nda kullanılmıştır. 1913’de Yunanistan’a, 1934’de Bulgaristan’a satılmış ve son olarak 1940 yılında bir borsa şirketine satılarak Panama Bayrağı çekilmiştir. Son olarak Köstence Limanı’na demirleyerek hayvan nakliyesinde kullanılmaya başlanmıştı ki Struma’ya bir haber verildi; Yahudileri Filistin’e götürerek son bir kahramanlık yapacaktı. Taşıyacağı yolcularla aynı kaderi paylaşan Struma da Yahudi mülteciler gibi sahiplenilmemiş, terk edilmiş ve kendini değersiz hissetmişti. Belki de mültecileri ondan başka hiçbir gemi anlayamaz ve onların trajedilerine ortak olamazdı.

Yaklaşık 46 metre boyunda, 6 metre eninde, üst katında 280, orta katında 120 ve alt katında 72 tane koltuk bulunan Struma’nın kıç tarafında ise sadece 4 banyosu ve 8 tuvaleti vardı. Daha önce hayvan taşımacılığında kullanıldığı için ahırları kamaraya döndürülmüştü ve 200 kişi için zar zor yatacak yer sağlayabiliyordu. Buna rağmen Struma gemisinin taşıması gereken 800 yolcu ve gitmesi gereken uzun bir seyri vardı. Ayrıca ihtiyar Struma daha önceleri kömür taşıyan bir gemi olduğu için, ona bu yolculuk için yolculuk öncesinde ikinci elden bulunan bir motor takılmıştı.

Yolculardan bilet başına 1000 ila 10 bin dolar arasında bir fiyat talep edilmişti. Dönemin ileri model gemilerinden biri olan ve Atlantik’i en hızlı geçme rekoru kıran Queen Mary transatlantiğinin fotoğrafları gösterilerek Struma’nın o gemi olduğu söylenerek yolcular kandırılmıştı. Yüksek bilet fiyatına rağmen Struma, kendisine kısa sürede 791 tane yolcu buldu. Her yaştan yolcuya sahip olan Struma gemisinin yolcularına vizelerini İstanbul’da alacakları söylendi.

Hareket günü Struma’nın vasat hâlini gören yolculara bu yolculuğu düzenleyenler, açıklarda büyük bir geminin onları beklediğini ve yolcuların o gemiye aktarılacağını söyleyerek kandırdılar. Avrupa’dan kaçmaktan başka hiç bir şey düşünemeyen korku içindeki Yahudi göçmenlerin pek de seçenekleri yoktu. Gemiye biniş sürecinde limanı kontrol eden Rumen müfettişler tarafından tacize uğrayan ve sahip oldukları paralar alınan yolcular, bu kötü günleri geride bırakmanın hayaliyle gemiye bindiler.

Struma yolcularından David Stoliar gemi ile ilgili şunları söyler: “Elimdeki bilete baktım. Bir not vardı üzerinde. ‘Sakin olmayan sularda, 600 kişiyle rahat olmayan şartlarda seyahat edilecek, kabinleri, tuvaletleri kısıtlı ve yemek salonu olmayan gemide herkes kendi imkanlarıyla hareket edecektir. Yaşlılar, çocuklar ve kadınların üstlere tırmanmaları zor olduğundan alt ranzalar onlara verilecektir.’ Normal zamanda asla binmezdim ama bana dünyanın en güzel gemisi gibi görünüyordu Struma.”

   Yolculuk Başlasın

12 Aralık 1941’de Romanya’nın Köstence limanından yola çıkan Struma, kısa süre sonra ilk arızasını yaptı, motoru bozulmuştu. Motorun tamiratı, küçük bir römorkörde gelen tamirciler tarafından yapıldı. Tamirciler bu iş için çok yüksek meblağ isteyince motor, yolculardan toplanan değerli eşyalar karşılığında tamir edildi. Ellerinde müfettişlerden ne kurtarabildiyse tamircilere veren yolcular adeta varını yoğunu kaybetmişti, sadece canları kalmıştı o da gemiye emanetti.

Struma gemisi, iki gün sonra İstanbul yakınlarına geldiğinde motoru yeniden bozuldu. Lakin kendisini bekleyen başka bir tehlike daha vardı; akıntıyla beraber yaklaşmakta olduğu mayınlar. Struma’nın yardım çığlıkları limanda bekleyen askeri römorkör Alemdar’ı uykusundan uyandırdı ve gemi Alemdar tarafından mayınlardan uzağa çekilerek İstanbul açıklarında demir attı. Gemide benzin ve yağ kalmamış, geminin telsizi, aydınlatma motoru ile ana motoru ciddi hasar almıştı. Ayrıca yeterli miktarda can yeleği ve kurtarma sandalı da mevcut değildi.

   Struma İstanbul’da

Struma’nın İstanbul Boğazı’nda, Sarayburnu açıklarında demir atması adeta politik bir olaya sebep oldu. Türkiye, gemiyi bekleterek sorumluluk almak istemiyordu. Almanlar, yolcuları ülkeye kabul etmemeleri yönünde Türkiye’ye baskı yapıyordu. Almanya, ayrıca gemide salgın hastalık olduğu ihbarında bulunarak gemiye sarı karantina bayrağı çekilmesine sebep olmuştu. Diğer taraftan İngiltere gemide üç tane alman ajanı olduğunu iddia ediyor, yolcuların karaya çıkarılmaması talimatını veriyordu. Sonuç olarak İngiltere’nin de baskısıyla ne geminin yola devam etmesine ne de yolcuların karaya çıkmasına izin verilir, gemi ve yolcular öylece ortalıkta kalakalır.

Türkiye, mültecileri ülkeye kabul etmeye yanaşmıyor çünkü hem Almanya hem de İngiltere tarafından bu konuda yoğun baskı vardır. Ayrıca Türkiye savaşta taraf olmamak için yoğun çaba sarf etmekte olduğu için hata yapmak istemez. Savaşanların her iki tarafının da Yahudi mültecilere karşı olması, Türkiye’nin elini kolunu bağlamıştır.

   Gemiye Yardım Yapılıyor

 

Denizde bekleyiş içinde olan Struma’nın bu acınası durumu, karadaki birçok insanın dikkatini çekmişti. 9 hafta kıyıda demirli vaziyette bekleyecek olan Struma’ya Kızılay ve İstanbul’daki Yahudi toplulukları tarafından yardım malzemeleri, yiyecek ve içecek yardımı yapıldı. Yardımlarda Yahudi toplumunun önderlerinden Simon Brod ve Rıfat Karako öne çıkmıştı. Ayrıca Struma’nın arızalı olan motoru da tamir edilmesi için sökülmüştü.

  

   Gemiden İnenler Var

   Martin Segal ve ailesi, Vehbi koçun ticaret yaptığı bir firmanın sahibi ile yakın dost oldukları için Vehbi Koç’un yardımları ile gemiden çıkartılmıştı. Ayrıca dokuz aylık hamile olan Medea Salamovitz ile birlikte yaklaşık 7-8 kişi daha gemiden ayrılmıştı. Struma’dan kurtulmak için Marmara denizine atlayıp kaçmayı deneyenler de olmuştu. Bir genç kaçarken yakalanıp gemiye tekrar bindirilmişti. Eğer kaçabilseydi gömleğini satıp, ailesine bir kart gönderecekti, annesine “Ben iyiyim beni merak etmeyin en kısa sürede görüşmek üzere diyecekti.’’ fakat olmadı…

   İstanbul’da Son Günler

Gemiden ayrılamayan yolcular için 200 kişi kapasiteli bir gemide yaşamak çok zordu. Birçok salgın hastalık gemide baş göstermişti, yetersiz beslenme, uygunsuz yaşam koşulları ve tedavilerin yapılamaması yüzünden hayatını kaybedenler olmuştu. Struma, ölenlerin ardından yas tutuyor, ağıt yakıyordu, kendini suçlu hissediyordu onlara sahip çıkamadım diyordu. Üzgündü, çaresiz ve kederliydi, gözleri yaşlıydı Struma’nın…

Hitler’in Yahudilerin imhasına yönelik uygulayacağı Nihai Çözümü açıklamasının üzerinden bir ay geçmişti, Britanya baskı yapıyor, geminin Karadeniz’e gönderilmesi emrini veriyordu. Bir başlarına, karanlığa, yalnızlığa ve akıntıya bırakılacağını anlayan çaresiz yolcular, geminin her iki yanına büyük harflerle “Immigrants Juifs” (Yahudi mülteciler) yazılı bezler asmış, geminin tepesine de “Sauvez-nous!” (Bizleri kurtarınız!) yazılı beyaz bayrak çekmişlerdi. 200 kadar polis gemiye çıkarak yolculara şiddet uygulayarak güverte altına soktular. Polisler yolcuları yatıştırdıktan sonra geminin çıpası kesildi, Struma, kendisine yardım eli uzatan Alemdar’a bağlanarak Karadeniz’e doğru yola koyuldu. Gemi yavaş yavaş uzaklaşıyordu, Gemidekilerle aradaki engele rağmen arkadaşlık kuran çocuklar dostları için getirdikleri ellerindeki ekmekler ile gemiyi seyrediyordu, gözlerinden birkaç damla yaş süzülmüştü, hüzünlenmişlerdi. Tüm limanın tek bir temennisi vardı Yahudi yolcuların sağ salim memleketlerine ulaşması. Struma, yavaş adımlarla kayıplara karışırken üzerindeki beyaz çarşafta şu satırlar okunuyordu: “Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti! Kurtarın bizi!”

Yaklaşık beş saatlik bir yolculuğun ardından, saat 22.00 civarında, Alemdar, Struma’yı Karadeniz’in hırçın sularına bıraktı. İki sevgili ele ele tutuştular ve birbirlerine veda ettiler.  Ancak bilmedikleri bir şey vardı bu onların son buluşmalarıydı…

Stalin, tüm Rus donanmasına denizde gördükleri orak-çekiç amblemi taşımayan tüm gemileri vurmasını emretmişti. Binbaşı Kaptan Denezko’nun kontrolündeki Scuka tipi ShCh-213 Sovyet denizaltısı pusuya yatmış av bekliyordu. 24 Şubat 1942 sabahında uzaktan kendilerine doğru yaklaşmakta olan ihtiyar bir gemi gördüler, bedeni derbeder ve yorgun, hâli perişan, yolcuları kendisinden daha da perişan olan Struma’ydı bu. Acımasız denizaltı hiç affa sığınmadan Struma’yı torpilledi, aldığı darbe ile yüksek bir sesle inlemişti Struma. Bedeninden içeri sular süzülüyor adeta vücudunu iki parçaya ayırıyordu ve yavaş yavaş batıyordu. Gözlerini son kez gökyüzüne çevirerek vedalaşıyordu dünyayla. İhtiyar Struma kendisine umut bağlayan yüzlerce insanla birlikte battı…

Geminin sarsılıp patlaması üzerine ne olduğunu anlayamayan yolcular kendilerini anca havaya savrulurken buldular, çoğu bunu bile göremeden oracıkta hayata veda etti. İhtiyar Struma’dan eser yoktu, çoktan suyun dibinde sahipsiz bir balık yavrusu gibi kaybolmuştu. Karadeniz’in o ölümcül soğuğunda iki tane nefes duyuluyordu, bunlar henüz yirmili yaşlarda olan gencecik bir adam olan David Stoliar ile Struma’nın ikinci kaptanı Ivanof  Diko’ydu. David Stoliar, nişanlısı ve ailesiyle birlikte seyahat ediyordu, nişanlısı ile karaya vardıklarında evlenmenin planını yapıyorlardı. Onlar o umutsuz gemide, o gergin ortamda bile birbirlerine umut oluyordu fakat artık sadece David kalmıştı. Stoliar ve Diko sabaha kadar bir tahta kirişe tutunarak hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Tüm umutları tükenen Diko artık pes etmişti, kendini akıntıya bıraktı ve onun da cansız bedeni diğer yolcular gibi adeta kuğu misali denizde süzülmeye başladı. Stoliar, çaresizlikten bileklerini kesmek istiyordu, cebinden çakısını çıkardı ancak donmak üzere olan elleriyle çakıyı açamıyordu. Ağlıyordu, bağırmak istiyordu fakat titremekten onu da başaramıyordu. Ölmek üzere olduğunu anlayan Stoliar, bu dünyaya veda edip ailesi ve nişanlısı ile kavuşmanın hayalini kurmaya başlamıştı. Tam bu esnada ona doğru 12 kürekli bir Türk Kurtarma Kayığı yaklaşıyordu, onu karaya çıkardılar.

   “Siyam’’ İsmail Aslan

Trajedinin son tanığı olan İsmail Aslan, “Geminin battığını cesetler çıkana kadar bilmiyorduk. Sabah saatlerinde Feneraltı mevkiine bir tahta salın üzerinde 5 ceset geldi. Ne olduğunu anlayamadık ve kıyıya yakın bir mezarlığa gömdük. Ayazma Plajı’na gelen çok sayıda cesette yakındaki kumsala gömüldü. Ertesi gün kahvede otururken hangi geminin battığını merak ediyor, balıkçılarla aramızda konuşuyorduk. Ölenler sivil olduğu için yolcu gemisi olduğunu anlamıştık. Kürekçilerin 1 kişiyi kurtardığını öğrenip aşağı indiğimizde, benim yaşlarda bir adamın battaniyelere sarılı sobanın başında oturduğunu gördüm. Dilimizi bilmediği için konuşamadık ama gözlerindeki mutluluğu gördüm. Hepimize gülerek bakıyor ve ısınmaya çalışıyordu. Çay verdik ve O’na yakın davrandık. O’na kendimi Siyam İsmail olarak tanıttım. Jandarma ertesi gün gelerek genç adamı Üsküdar’a götürdü.” dedi.

Stoliar’ın 2001’de kendisini ziyarete geldiğini söyleyen balıkçı İsmail Aslan,“10 yıl önce barakama bir kadın ile yaşlı bir adam geldi. Kadın Türkçe biliyordu. Adam bana Struma’dan kurtulan David Stoliar olduğunu söyleyince çok şaşırdım. Bana sarıldı ve ellerimi tuttu. 1 saat barakamda kaldılar. Kadın, David’in kitap yazdığını benden de bahsedeceğini ve para istemeyeceğime dair kâğıt imzalamamı istediler. Bende imzaladım. Giderken hayatını Şilelilere borçlu olduğunu söyledi.”

   David Stoliar

Stoliar, kazadan yıllar sonra İsrail Silahlı Kuvvetler Radyosu’na verdiği bir demeçte; Geminin bir Türk torpido botu tarafından batırıldığını iddia etti. İlerleyen yıllarda yapılan araştırmalar gösterdi ki Struma’yı bir Sovyet denizaltısı batırmıştı. Kazanın ardından İstanbul’da tedavi gören David Stoliar, tedavisinin ardından Filistin’e gitti. Orada evlenip yuva kurdu ve İngiliz ordusunda üniforma giydi. Ardından ailesi ile birlikte ABD’de yaşamını sürdürüp 2014 senesinde hayata veda etti.

David Stoliar ile 2001 yılında yapılan röportajda:

   “Bu olay hayatımda yaşadığım en kötü olaylardan biri.”, “Uzun yıllar bu faciayı unutmaya çalıştım.”, “Hayatta kalmanın bir hata olduğu gibi bir hisse kapılıyorsunuz ve hemen aklınıza şu soru geliyor: “Neden ben?” Tabii ki bu sorunun cevabını bulamıyorsunuz.” (Los Angeles Times, 2001).

Stoliar, kazadan sonra İstanbul Emniyeti’ne şu ifadeleri verdi:

   “Patlamadan birkaç saniye sonra suya çarptım ve yine birkaç saniye sonra su yüzüne çıktım. Havadan tahta parçaları yağıyordu. Gemiyi göremedim, tümüyle yok olmuştu. Su, buz gibi soğuktu ve kadın erkek insanlarla doluydu. Bunlar geminin parçalanan ahşap bölümlerinden dışarıya fırlamışlardı. Anında boğulmuşlardı, ötekilerin pek çoğu da öldüler. (…) Beni fenere götürdüler, yemek yedirdiler ve ertesi sabaha kadar istirahat etmem için yatak verdiler. Fenere bir polis geldi ve beni alıp bir otobüs istasyonuna götürdü. Beni Üsküdar’a götürecek otobüse bindirdi. Üsküdar’da bir ambulans bekliyordu ve beni bir askerî hastaneye götürdü. Tek yataklı bir odaya konuldum. Kapıda her saatte bir polis nöbet bekliyordu ve hekim ile hastabakıcı dışında hiç kimsenin odaya girmesine izin verilmiyordu. (…) El ve ayaklarım donmuş hâlde hastanede geçirdiğim birkaç günden sonra (…) Emniyet Müdürlüğü’ne gittik.

   (…)Polis beni orada iki üç hafta tuttu. Zincire vurulmamıştım ancak her akşam bir hücreye konuyor ve sabah çıkarılıp ortak alanda durmama izin veriliyordu. Birçok kere altta bulunan sorgulama odasına alınmıştım ve tekrar tekrar nereden geldiğimi ve gemiye ne olduğunu sordular. Neden hapiste tutulduğumu sorduğumda bir Türk vizesine sahip olmayıp Türkiye’de yasadışı bulunduğumdan ötürü olduğunu söylediler. Her gün yakında bulunan bir lokantadan bana yemek gönderiliyordu. Bunun İstanbul Yahudi cemaati tarafından organize edildiğini varsayıyorum. Birkaç gün sonra Yahudi cemaatinin gönderdiği bazı elbiseleri de aldım. Nihayet bir öğleden sonra Bay Simon Brod’un beklediği zemin kata indim. Bay Brod bana Struma’nın enkazından sağ kurtulmamın bir mucize olduğunu ancak bu trajedinin tek tanığı olarak Türk resmî makamlarından sağ kurtulmuş olmamın daha büyük mucize olduğunu söyledi…”

Stoliar, Struma’daki günlerini şöyle anlatıyor: “Sardalye konservesinde gibiydik, yattığımız yerde dönemiyorduk dahi. Durumumuz gittikçe kötüye gitmeye başlamasına rağmen umudun yarattığı güçle yaşadığımız ortamın felaketine dayanabiliyorduk.” Umut onları ayakta tutuyordu belki ama korkunç bir terk edilmiş duygusu ve değersizlik hissiyle de baş başaydılar: “Kimse bizi insan olarak görmüyordu. İnsan olarak görmediklerine neden yardım etsinlerdi ki?” , “Yaşamam için hiçbir sebep yoktu. Bütün ailem, nişanlım herkes yok olmuştu. Neden bir tek ben hayatta kalmıştım? Neden diğerleri ölmüştü? Kendimi suçlu hissediyordum.”

   Medea Salamovitz

Gemiden hamile olduğu için indirilen Medea, 1919 Bükreş doğumluydu. Babası, sıradan, yoksul denebilecek bir elbise tamircisi, annesi de ev kadınıydı. 1937 yılında okuldan mezun olunca, hemen hayata atıldı. Bir mimarlık bürosunda sekreter olarak işe girdi. Kısa bir zaman içerisinde şef sekreterliğe yükseldi. 1940 yılında Saimon Salamonici’yle tanıştı, bu gönül verdiği delikanlı, Bükreş’in en varlıklı ailelerinden birinin, zengin bir kumaş tüccarının oğluydu. Salamonici’nin annesinin karşı çıkmasına rağmen evlendiler. 1941 sonbaharında Medea, hamile kaldı. Bu arada baba, oğluyla gelininin Filistin’e gidecek ilk gemiye binerek yeni bir hayata başlamalarının uygun olduğunu düşünerek Filistin’e kalkacak ilk gemi için iki bilet temin etti. Genç evliler, anneyle de barışarak hayır duasını almanın uygun olacağına karar verdiler. Eve gidince kapıyı hizmetçi açtı ve biraz beklemelerini söyledi. Hizmetçi biraz sonra dönüp annenin şu mesajını iletti: “Soğuktan cefaların en kötüsünü çekin. Bir yudum suya hasret kalın. Dudaklarınız kurusun. Bir dilim ekmeğe bile muhtaç olun.” Medea, çıktıkları yolculukta bebeğini düşürdüğünü kaldırıldığı hastanede öğrendi, bu sayede hastaneye kaldırılıp kurtulmuştu. Annesinin lanet okuduğu oğlu Saimon ise torpillenen gemiden çıkamadığı için can verdi. Medea, haftalar sonra kuzeni Erna’ya yazdığı mektupta: “Söyleyin kayınvalideme; ağzından çıkan lanetin her kelimesi, aynen bire bir gerçek oldu!”…

   Olay Sonrası Gelişmeler

 

Struma faciasının ardından yaşananların sorumlusunun kim veya kimler olduğu tartışmaları başlamıştı. Dönemin Başbakanı Refik Saydam, olayın ardından şu açıklamayı yaptı:

   “Biz bu hususta elimizden gelen her şeyi yaptık. Maddî, manevî en ufak mesuliyetimiz yoktur. Türkiye, başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara meclâ olamaz. Türkiye, başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlar için vatan hizmeti göremez. Bizim tuttuğumuz yol budur. Kendilerini bu sebepten İstanbul’da alıkoyamadık.’’

Struma’yı batırarak yüzlerce masum insanı katleden Sovyet denizaltısı, trajediden 2 yıl sonra Struma’nın çıktığı Köstence Limanı civarında 1942 Ekim ayında Romanya tarafından döşenmiş bir mayına çarparak 43 personeliyle battı. İlahi adalet dedikleri şey bu olsa gerek…

Olayın Sebep Oldukları

Yolcuları ve mürettebatıyla birlikte Karadeniz’in karanlık sularına batan sahipsiz ve istenmeyen yaşlı gemi Struma, bir insanlık ayıbı olarak tarihe geçti. Olay dünyanın her yerinde tartışıldı. Filistin’de bir takım protesto gösterilerine ve ayaklanmalara neden oldu.

Struma yolcularına Filistin’e giriş vizesi vermeyerek yolcuları ölüme mahkûm eden Büyük Britanya’nın Sömürgeler Bakanı Lord Moyne, 1944 güzünde Struma faciasındaki sorumluluğu nedeniyle suikast sonucu öldürüldü. Yolcuların seyahatini düzenleyenler ise ölüme sebebiyet vermekten ötürü Romanya’da yargılandılar fakat geminin batma sebebinin bir denizaltı olması nedeniyle beraat ettiler.

   Struma’nın Cesedi Bulundu

 

Sualtı Araştırmaları Derneği (SAD) Batık Araştırmaları Grubu (BAG) dalıcıları üç yıldır yaptıkları çalışmanın sonucunu 16 Temmuz 2000 günü aldı. Struma’nın enkazını Karadeniz’in Türk karasularında buldular. Projenin koordinatörü Levent Yüksel:

   “Karinasının üzerinde, kireçli su ısısı nedeniyle, yılmadan uzanan, acıların ve inançların gemisi, dehşetin gemisi Struma’ydı. Biz Struma’yı bulmadık. Struma bizi misafir etti. Defalarca dalmamıza, her seferinde bir yerine inmemize rağmen sırrını saklamayı başaran Struma, sonunda bize güvenmiş, bizi kabul etmişti. Gizemini bizimle paylaşmıştı. Bu saygı yüklü, duygu yüklü bir buluşmaydı. Nefesler tutuldu, soluklar kesildi. Kıç bordasında olması muhtemel ismi görmek için kekamozu kazıyıp Struma’ya zarar vermek istemedik.
Belirli belirsiz gözüken tek harfi pas geçtik, kıç güverteye çıktık. Karadeniz’in o derinliklerde görüş verdiği bu nadir günde, meleklerin bizimle beraber olduğuna inandık. Kıç tarafta yaptığımız video çekimlerinden sonra, boydan boya, baş tarafa uzandık. İnfilakın etkisiyle hafif sancak tarafa boyun eğmiş baş tarafın belirli belirsiz hüznü bir yana, tarihe direnen bu abideyi saygıyla selamladık.”

 

   Uluslararası Ortam Karışık

İngiltere, Ortadoğu bölgesindeki petrol çıkarlarını korumak ve Filistin’de kurdukları yönetimi savunmak için, bu bölgede Yahudilerin sayısının artmasını istemiyordu ve bu yüzden Musevilerin Filistin’e göçünü yasaklıyordu. Eğer Struma Filistin’e varırsa, Avrupalı diğer Yahudiler de Filistin’e gitmek isteyecekti. Ayrıca İngiltere, Balfour Deklarasyonu’nun Filistin tarafınca protesto edilmesini (Bu olay 133 Musevi’nin ölümüne sebep oldu.) unutamıyordu bu yüzden de Filistin’de düzeni tehlikeye atmak istemiyordu. İngilizler, Yahudi göçlerini kotalarla belirlemişlerdi, bu kotaların aslında doldurulmamış olduğu gerçeği savaş sonunda ortaya çıkacaktı. İngiltere tüm bu sebeplerden ötürü Türkiye’ye yoğun baskı yapıyordu. İşte Struma böyle karmaşık bir atmosferde Türkiye’yi ziyaret etmişti.  Kafası karışık olan Türkiye, şaşkın vaziyette bazen göçlere izin veriyordu; mesela Yunanistan’dan gelen binlerce göçmenin sırf Alman ve İngiliz radarlarına takılmadıkları için İzmir’e gelmeleri sorun edilmemişti.

Olay esnasında 15 yaşında olan ve yardım faaliyetlerinde görev alan Yahudi asıllı Türk işadamı İshak Alaton:

   “Ben bu olayı bu cinayeti bire bir yaşadım. Teknenin gelişini hatırlıyorum. Geldiğinden iki – üç gün sonra babam beni aldı. Teknenin etrafında dolaştık tekneye yanaşmamıza izin verilmedi. O, 72 gün boyunca babamın yüklendiği göreve yardımcı olarak her akşam Azapkapı’daki iki fırından ekmek çuvallarını teslim alarak onları mavnalara yüklüyorduk. Struma’nın yanına kadar gelip oradan sarkıtılan halatlara bu ekmek çuvallarını bağlayıp yukarı yolluyorduk. Yukarıdan bize yalvarmaları, yakarmaları, çığlıkları, ‘Bizi buradan kurtarın’ diye söylenen sözleri hâlâ bugün hatırlıyorum.’’

Almanya ve İngiltere’nin Yahudilere karşı sert tutumları ve Sovyetlerin vahşi tavırları Türkiye’nin Struma’ya yardım eli uzatmasına engel olmuştur. Struma faciası, hem politik hem de dramatik yönü ile yürekleri burkan ve ders alınması gereken bir olaydır. Devletlerin kendi çıkarları uğruna heba ettiği yüzlerce masum hayat ve o hayatlara değer veren binlerce insan İkinci Dünya Savaşı’nın kurbanı olmuştur. Bu gibi olayların yaşanması akıllara şu soruyu getiriyor: Aslolan insanlık mı, yoksa ülkelerin çıkarı mı?

KAYNAKÇA

Hürriyet.com/ Struma’nın hazin hikâyesi

derstarih.com/ Struma gemisi

denizhaber.com/ Struma

radikal.com.tr/73 yıldır kanayan yara: Struma Faciası

serbestiyet.com/ David Stoliar

listelist.com/ 16 Maddede Yıllar Önce Yaşanan Bir İnsanlık Ayıbı: Struma Faciası

-BERKAN YAYLA

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.