Kendi Ellerimizle Yok Ediyoruz…

Başlığa bakınca neyi kendi ellerimizle yok ediyoruz sorusu geliyor aklımıza. Tabii ki doğamızı, nefes aldığımız alanları… Sebep olduğumuz bu durum bizi yok edecek kadar ciddi bir mesele haline geliyor. Son zamanlar da buna dikkat çekmek için birçok plan/proje görüyoruz fakat biz “ne yapabilirizi” hiç düşünmüyoruz. Hala parfüm şişelerini üzerimize bocalıyoruz, makyaj ve kozmetik ürünlerini kontrolsüzce kullanmaktan vazgeçmiyoruz, denizlerimizi ve havamızı kirletiyoruz. Ama durun, bir de sosyal medya platformlarında hashtag yarışlarına girip dünyamızı kurtarıyoruz (!)

Biz insanlar doğada yaşam bulan, yaşamını doğa içindeki koşulların etkisiyle şekillendiren ve zorunlu olarak da doğayla ilişkisi içinde var olabilen varlıklarız. Canlı olan doğa ise, yine kendisi gibi canlı bir varlık olan insanla yaşamı boyunca sürekli birlikte olmayı gerektirecek bir zorunluluk olarak kendini göstermektedir. Biz ve doğa arasındaki ilişki hep bizlerin ihtiyaçları ve öngörüleri etrafında şekillenmektedir ve biz insanlar yine kendimizi dünyanın merkezine koymaktayız. Böylece de ekosistemin sadece bir parçası olan bizler doğaya da müdahale etmeye başlarız. Özellikle de endüstri devrimiyle birlikte başlayan sanayileşme süreci ve bu sürecin ortaya çıkardığı kentleşme ve nüfus sorunları, hızlı bir şekilde doğanın tahrip edilmesi ve doğadaki dengenin bozulmasıyla toparlanması neredeyse imkânsız çevre felaketlerine yol açmıştır. Aslında insan ve doğa arasındaki ilişki ilk çağlardan beri devam eden bir karşılıklı etkileşimdir. 17. yüzyılda bilimsel ilerlemelerin ortaya çıkardığı sonuçlarda “yeni doğa” kavrayışı, biz insanların merkeze alındığı bir fikri egemen hale getirmiştir. Bizleri doğanın sahibi olarak gören ve doğayı bütünüyle bizim yönetimimize ve denetimimize bırakan ekolojik dengeden yoksun bu bakış, çevre sorunlarının ortaya çıkmasındaki en önemli etkendir denebilir. Biz insanların her geçen gün daha fazla tüketmesi ile beraber ekosistemin dengesi bozularak bazı felaketlere de yol açmıştır. Küresel ısınmanın artması, buzulların erimesi, deniz seviyesindeki yükselme ile birlikte kutuplarda yaşayan canlılar da tehdit altında kalmıştır.

Bu şekilde devam eden ve doğal kaynaklarımızın ölçüsüz kullanılmasına kadar artmış bir dizi olaydan bahsediyoruz. Ha bir de sanayileşmeyi unutmamamız gerekir. Çünkü kimyasal atıkları da beraberinde getirmektedir. Zehirli gaz atıkları, atmosferde birikmekte ve asit yağmurları şeklinde yeryüzüne dönerek ekolojik çevreyi tahrip etmektedir. Şu durumlara bakacak olursak “bolluk kirlenmesi” kavramını kullanmak hiçte yanlış olmaz. Bunlar sürekli bahsedilen felaketler olmasına rağmen hiçbir ülkenin istenildiği kadar önlem almadığı da bir olgu. Zira kapitalist üretim sürecinin iyiden iyiye vahşi bir hal alması ne çevre kirliliğinin ne de hava kirliliğinin yeteri kadar önemsenmez olmasına neden oldu. Elbette henüz gidilecek daha güzel bir yer olmadığı için mevcut olanı koruma isteği ya da refleksi, çeşitli toplantıların ve mutabakatların oluşmasına yol açıyor. Bilim insanları, çevre örgütleri sürekli dikkat çekmeye çalışsa da bilincimiz kutuplardaki ayılara üzülmekten öteye geçemiyor. Yazın ortasında şiddetli bir dolu arabamıza zarar verdiğinde ya da Ankara’nın göbeğinde sel sularına kapılan arabaları gördüğümüzde, kışın ortasında yaz mevsimi gibi yaşadığımız günleri görünce şaşırıyoruz. Oysaki bunlar ilgilenmediğimiz küresel ısınmanın birer sonucu. Şu anda dünyanın sıcaklığı 15 derece. Daha da artması durumunda olacaklar bizi epeyce şaşkına uğratacak. Hayvan türleri yok olmaya başlayacak, orman yangınları artacak, temiz su kaynaklarının üçte biri yok olmaya başlayacak. Bu durumdan kurtulma şansımız artık yok. Zira dünya bu sonuçları yaratacak sıcaklığa çoktan ulaştı. Bütün bunlar bize gösteriyor ki dünya ve insan sürekli etkileşim halinde hayat sürmektedir. Doğaya ne kadar güzel ve iyi davranırsak, bizler de karşılığını o kadar görürüz. Ama ne yazık ki doğanın önemi modern ve bilgi çağında olan bizlerin zihninde tam olarak oturmamış ve hala tahribe yol açıcı faaliyetleri sürdürmekteyiz. Bizler doğanın kendiliğinden akışını da bozmaya başladık. Bütün bu yaşananlar, çok kısa bir zaman sonra doğanın insan olmaksızın dengesini koruyamayacağı bir evreye ulaştıracaktır bizi.  Yani teknoloji ile bozulan denge, yine teknolojiyle korunan bir yapay dengeye dönüşecektir diye düşünüyorum. Hala fark etmemek için çaba sarf etmiş olsak da ya da görmezden geliyor olsak da yavaş yavaş bu noktaya doğru ilerliyoruz. Kısacası içinde bulunduğumuz ev yanıyor ama biz bir şey yapmayarak kül olmaya, yok olmaya devam ediyoruz.

Şevval FALAY

 

Kaynakça:

iklimhaber.org

Ekolojist.net

Yorumlar (0)
Yorum yap