Toltek Bilgeliği ve Toltek Bilgelik Kitabı

  Günlük alışkanlıklarımızın sekteye uğraması, alışılagelmiş düzenin içerisinden sapıp bir anda kendi kendimizle kalma yolculuğumuz daha aktif düşünmemize sebebiyet verdi. Kimimiz bu sıradanlık sayesinde hayattaki sorunların odak noktasını kendi çemberinin dışarısında tutabiliyordu. Kimimiz ise ne olursa olsun sürekli düşünmeden yine de alıkoyamıyordu kendini. Tam da bu esnada Don Miguel Ruiz’in Toltek Bilgelik Kitabı imdadımıza yetişecek cinsten. Bunun için öncelikle “Toltekler kimdir, Toltek Bilgeliği nedir?” üzerine söze başlayacağız.

   Kolomb öncesi Amerikasının üç uygarlığından (Mayalar, Olmekler, Toltekler) biri olan Toltekler, şimdiki Meksika topraklarında yaşamışlardır ve yaşamları da 3300 sene öncesine dayanır. Toltek Bilgeliğiyse, topluluğun yaşadığı dönemde bir din olarak kabul edilse de kitapta belirtildiği üzere bir din değildir, bir felsefe değildir, bir ideoloji değildir. Toltekler bir yaşam sanatının uygulayıcısıdır. Üstelik efsanevi özelliğinin yanı sıra bugün hâlâ bir kısım Meksika Kızılderilileri tarafından uygulanan canlı bir öğretidir. Bir Toltek, Doğa ve Evren ile bir bütünün parçası olarak yaşamayı hedefler. Kelime olarak ise Bilgi İnsanı anlamını taşıyor. Bilimin ve spiritüalizmin uzantısıyla Toltek Bilgileri Maya uygarlığının en üst niteliklere sahip olmasını sağlamıştır. Spiritüelliğinin en önemli özelliğiyse faydacı özellikler içermesidir.

   Don Miguel Ruiz, Dört Anlaşma üzerine oluşturduğu Bilgelik kitabında teker teker bu anlaşmalardan bahsediyor. Eski anlaşmaları bozarken, yeni rüya olarak adlandırdığı dünyadaki cenneti nasıl yaşayabileceğimizin ve özgürleşebileceğimizin adeta formüllerini verirken, en son dualar başlığıyla yüreğimizi açmamızı sağlıyor. Anlaşmalarla birlikte, modern dünya olarak adlandırılan bu zamanlarda yaşayan biz insanlar,  “‘Dingin Savaşçı’ olarak nasıl yaşayabiliriz?” sorusunu da ruhsal dengelemelerin yanı sıra eylemsel olarak da işlevli hâle getirebiliyoruz. 

   Toltek Bilgeliğinin anlaşmalarına, öğretilerine baktığımızda ise basit gibi görünür fakat uygulanabilirliği açısından kavrayış ve sabır gerektirir. Sırasıyla anlaşmalar şunlardır:

  1. Kullandığın Sözcükleri Özenle Seç: Sözcüklerimiz ağzımızdan çıktığı andan itibaren gerçekleşmek için ihtimal oluştururlar. Bu yüzden söylediklerimize, yazdıklarımıza hatta düşündüklerimize dikkat etmeliyiz. Öğretiye göre dört anlaşmanın içerisinde uyulması en zor olanı bu anlaşmadır. İnsanlar doğdukları andan itibaren anlaşmalar bütünüdür. Bize hangi anlaşma dayatılıyor, öğretiliyor ise onu uygularız. Gerçekmiş, uygulanmazsa olmazmış gibi bir süre sonra ehlileşip kabulleniriz. Dilimiz ne olursa olsun rüyalarımız, dualarımız, sezgilerimiz ‘söz’ ile ifade edilme ihtiyacından doğar. Yaratıcı tarafından konuşabilme yetisi, konuşmaları anlamlandırma, irade insanlara verilmiştir. Sözlerimizle güzeli de çirkini de meydana getirebiliriz. Bu yüzden sözün büyü etkisi vardır diyor D. M. Ruiz. Zihnimize yerleştirilen belki de dayatılan her söz içselleştirip içselleştirmediğimize bağlı olarak da kalıcı etkiler taşıyor. Örneğin, biri size ne kadar aptal, çirkin olduğunuzu söylerse ve siz buna inanır, bu kişinin sözüyle anlaşma yaparsanız ne kadar zeki ya da güzel olursanız olun bunu asla fark etmeyebilirsiniz. Yani buna inanırsanız anlaşmayı kalıcı hâle getirirsiniz. Tabii anlaşmayı bozup yeni bir anlaşma sağlamazsanız…
  2. Hiçbir Şeyi Kişisel Algılama: İkinci anlaşma birinci anlaşmadan doğar, tıpkı üçüncü ve dördüncü anlaşma gibi… Bu anlaşmada ise sözlerini sizi zehirlemek için kullanan insanlardan örnekle devam ediyor. Tanıdığınız veya tanımadığınız birisi size ne kadar aptalsın, çirkinsin ve benzeri örneklerle ithamda bulunacak olursa bilmeliyiz ki bu sizinle ilgili değil kişinin kendisi ile ilgilidir. Kişisel algıladığımız her söz zihnimizde yeni bir anlaşmaya sebebiyet vereceği için kendi kendimizin cehennemini oluşturabiliriz. Bu yüzden kişisel algılama dediğimiz, her şeyin bizimle alakalı olma durumu, merkezde hep ‘ben’ olmak, bencilik öğretisine inanır. Oysa herkesin yaptıkları kendisiyle alakalıdır. Özellikle kitapta da geçen şu cümleyle durum özetlenmiş oluyor aslında: “Durumun son derece kişiselmiş gibi göründüğü anlarda bile, başkaları direkt size hakaret ediyor olsa bile, yine de sizinle ilgisi yoktur. Söyledikleri ve yaptıkları şeyler, dile getirdikleri fikirler, kendi zihinlerinde yaptıkları anlaşmalar doğrultusundadır. Kişilerin bakış açıları, ehlileştirme sürecindeki programlamalarından oluşur.”
  3. Varsayımda Bulunma: Varsayımda bulunduğumuz her an yeni bir cehennem rüyasına merhaba demek oluyor. Çünkü varsayımda bulunurken varsayımlarımıza gerçekmiş gibi inanırız ve olmayan bir şey için kocaman bir hüzün bulutunun içine kendimizi hapsederiz. Varsayımda bulunurken de dedikodu diye tanımlanan zehirli aktarım yoluna da başvururuz. Bireysel olarak oluşturduğumuz rüyalara inanır ve zihin okuruz. Böylece kendimize yeni bir zorluk, yanlış anlaşılmalar, iletişimsizlikler yumağı oluştururuz. İletişimimizi ne zaman iyileştirirsek çözüm de sağlanmış olur.
  4. Daima Yapabildiğinin En İyisini Yap: Diğer üç anlaşmanın kalıcılığı için dördüncü anlaşmayı alışkanlığa dönüştürmemiz gerekir. Her şeyin bir aksiyon ve değişim içinde olduğu yaşamda en iyiden kasıt daima yüksek kalitede olmayabilir. Pratikte dördüncü anlaşmayı ne kadar sağlarsak en iyimizin kalitesi de o kadar artmış olacaktır. Yapabildiğinin en iyisini yapmak demek uzun saatler boyunca yapmak demek değildir. Verimli geçirdiğin iki saat, verimsiz geçirdiğin sekiz saatten daha önemlidir. Yapabildiğimizin en iyisini yapmakla hem vicdani sorumluluğumuzu yerine getiririz hem de yaşamı dolu geçirdiğimiz için mutluluğa ve hazza o kadar yaklaşmış oluruz.

 

   Bütün bu öğretilerden hareketle; ömür dediğimiz doğumla ölüm arasında sıkışmış olan, özellikle iradesi olan biz insanlık için yaşamın kalitesi, hüznün veya mutluluğun süresi bir başka insanın rüyasında, sözlerinde, bakışında saklı olmamalıdır. Hatta bazen kimsenin demesine kalmadan kendi zihnimiz içerisinde kendimize eziyet ederiz, şefkat duymayız. Bu yüzden bazen kendi iç sesimize de kulak asmamalıyız. Dinginlik ve hayatın bir yönde de huzurla akması açısından sözlerimize dikkat etmeli, kişisel algılamayı bırakıp varsayımda bulunmamalı ve bütün bunların sahiciliği için en iyiye ulaşma çabası içerisinde olmalıyız. Bize verilmiş olan yaşam hediyesinin sahibi bizler olarak eski anlaşmaları bozup hayatta sevgi ve güzellik için yer açmalıyız.

Ülkü CENGİZ

Yorumlar (0)
Yorum yap