Kahve Serüveni…

0 1.646

Gün içinde kaç fincan/kupa kahve tüketiyorsunuz?

Ben bazen sayamıyorum :))

Ne yaparsam yapayım bir bardak kahvem yanı başımda olsun diyenlerdenim… Eğer kahve aşkınız benim kadar doruklardaysa bu yazının dikkatinizi çekeceğini düşünüyorum…

Kahvenin hayatımıza girişini merak eden bir ben değilimdir umarım… 🙂

Hadi gelin bir fincan kahve hayatımıza nasıl girmiş birlikte öğrenelim:

Çeşitli efsanelerin olmasıyla birlikte kahve; 3. Yüzyılda Etiyopyalı Khalid adındaki bir keçi çobanı tarafından keşfedilmiştir. Keçilerinin küçük kırmızı çekirdekleri yedikten sonra enerjilerini fark ederek kahve keşfini gerçekleştirmiştir. Merak edip kendisi de denemek istemiştir.  Ama önce bir dervişe akıl danışmak istemiştir ve toplayıp dervişe götürmüştür. Derviş ve çoban çekirdekleri denemeyi düşünmüşler, denedikten sonra kahvenin verdiği histen hoşlanıp gidip, herkese duyurmak istemişlerdir. Ve kahve serüveninin bu şekilde başladığı söylenerek günümüze kadar ulaşmıştır…

Kahve bugün her dile girmiş, kendine tadı ve kokusuyla hayran bırakan kahve kelimesinin kökeni de Arapça “qahwa” kelimesinden gelmektedir.

Aslında kahvenin orijinal adının “şarap” olduğu söylenir. Yemenli Sufiler kahveyi dikkat odağı amacı ile kullanmışlardır.

Kahvenin ilk defa Habeşistan’da tüketildiği ve sonra Yemen’e getirildiği söylenir. Asıl şöhretini de Yemen’de kazanmıştır. Sonralarında Yemen kahvesi, Arap yarımadasının kuzeyine ve oradan da Orta Doğu’ya yayılmıştır.

Yemen kahvesi dendiğinde hepimizin zihni ufak sinyaller vermeye başlıyor bile…

Türkiye’de kahve denilince Yemen akla gelen ilk ülkedir fakat asıl vatanı burası değildir. Yemen, kahve kültürünü oluşturan ülkedir.

Kahve, Muha limanından Mısır’a giriş yapmış ve hâlâ Sufilerle bir bağlantısı olduğu düşünülür. 1554 yılında İstanbul’da kahvehaneler açılmaya ve yaygınlaşmaya başlamıştır. Bir rivayete göre İstanbul’da ilk kahvehaneyi Şam şehrinden Sehem ve Haleb’den Hakem ismindeki kişiler 1554 de açmışlar ve kısa zamanda zengin olmuşlardır.

Kahire’de El Ezher Üniversitesi civarında kahvehaneler açılmaya ve çoğalmaya başlamıştır. Kahvehaneler din adamları tarafından bir sorun haline gelmiş ve kahvehaneler yasaklanmaya çalışılmıştır. Sebep olarak halkın kahvehanelere fazla itibar gösterip camilere gitmiyor olması gösterilmiştir. Müftünün IV. Murat’a bu durum şikâyet edilmiş ve kahve içimi menedilmiştir. Fakat tüm kahvehaneleri yasaklama girişimleri başarısız olmuştur, IV. Murat dönemindeki ağır cezalarına rağmen… Bu durumun çok uzun sürmemiş ve yeni sadrazamın muvakkati ile hükümet kasasını zenginleştirme gayesiyle kahvehaneler tekrar açılmış ve günde bir altın vergisi konmuştur.

Yasaklamalarda dikkatimi en çok çeken nokta; menengiç kahvesinin keşfi oldu. Menengiç bir tohum, kahve yasaklanınca menengiç tohumu öğütülüp kısa bir süre kahvenin yerini almıştır. Ve sonralarında bu tat geleneksel bir tat olarak damaklarda kalmış ve yaygınlaşmıştır.

Bana kalırsa bir yasağın bu kadar güzel bir lezzeti karşımıza çıkarması bizim şansımızdır…

Avrupa’da kahve içilmeye ancak 17. yüzyılda başlanmıştır. İtalya’da ilk kahvehaneyi 1624 de İstanbul’dan dönen bir İtalyan açmıştır.

Peki ya Türk Kahvesinde Kullanılan Yaygın Çekirdek Nereden gelir? 

Türk kahvesi diye belirgin bir çekirdek yoktur, her çekirdek usulüne göre öğütme ve hazırlanmasıyla Türk kahvesi hazırlanır. Hele bir de nitelikli çekirdeklerden hazırlandığında çok güzel lezzetler tatmak mümkün. İtalyanlar ilk kremalı kahve expresso derler Türk kahvesinden bi haberler herhalde…

Bu konuda, 1517 yılında Yemen Valisi Özdemir Paşa’nın lezzetine hayran kalıp İstanbul’a getirdiği söylenir. Ve Türk kahvesinin serüveni de başlangıcı olarak kabul edilir.

Türk kahvesi, çok ince şekilde çekilmiş kahve çekirdeklerinin kaynamış su ile demlenmesiyle yapılan bir kahvedir.

Kokusu burnuma geldi bile…

Kahve çekirdeğinin yeri Brezilya’dır. Brezilya’dan gelen çekirdekler, Türkiye’de kavrulup paketlenir. Yemen’den Türkiye’ye gelen kahvelerin ünü oldukça yayılmıştır ve bir süre sonra Yemen’in üretimi bizim için yetersiz kalmıştır. 16. yüzyıldan sonra iklimi elverişli olan Brezilya, Jamaika, Küba ve Kolombiya üretime başlamıştır. 17. yüzyılda yıllarından itibaren Türkiye, kahvesini Brezilya’dan almaya başlamıştır.

Yemen Valisinin kahveyi İstanbul’a getirmesiyle birlikte saray mutfağında çok önemli bir yeri olmuştur. Hatta saray görevlileri arasında “kahveci başı” adlı bir rütbe dahi ortaya çıkmıştır.

Kahve sevdası böyle bir şey olsa gerek diye düşünüyorum : )

Gelelim Türk kahvesinin adabına…

Türk kahvesi uzun soluklu bir içime sahiptir. Yani Türk kahvesinin ince dokusunun damaklarda bıraktığı o tarifsiz histen bahsediyorum…

Kahve çekirdekleri üretiminde oldukça ince öğütme işlemi yapılır.

Kendine has öğütme yönetimi ve incecik dokusu ile kendi pişirme tekniği ile cezvede pişirilerek, lokumu ile birlikte servis edilir.

Türk kahvesi, diğer kahve kültürlerine göre farklıdır. Diğer kahve kültürlerinde kahve posası demleme işleminden sonra süzdürülür. Türk kahvesinde durum daha farklıdır. Kahve fincandayken bile demlenmeye devam eder.  Fincanının küçük olmasının sebebi de sert bir kahve olmasıyla ilgili bir durumdur. Yanında suyu bu yüzden unutmamak gerekir. Yanlış bilinen bir başka konu da suyun kahvenin yanında gelmesinin sebebi sert bir kahve olması değil, Osmanlı döneminden kalan bir misafir ağırlama kültürüdür. Kahveden önce içilen su ise misafirin aç olduğu anlamına gelmektedir.

Bol köpüklü Türk kahvesinin püf noktası; incecik öğütülmüş kahve ve soğuk sudur. Kahve ocağa konmadan önce karıştırılmalıdır.

Ufak bir bilgi 🙂

Türk kahvesi çeşitlerimizi de atlamamak gerekir… Şeker oranına göre sade, orta şekerli ve şekerli; çeşitlerine göre sütlü, dibek, menengiç, süvari, kumda…

Çeşitleri say say bitiremeyebilirim.

Osmanlı döneminde ve hala günümüze kadar gelen köy evlerindeki kahve el değirmeniyle taze kavrulmuş ve öğütülmüş Türk Kahvesini yudumlamak gerekir. Ancak böylelikle Türk Kahvesinin Serüvenine hak eden değeri vermiş oluruz…

Favorimi soracak olursanız, kumda sade kahve… 🙂

Peki ya kahve çiçeğinin açması ve toplanması hikayesini daha önce birinden dinlediniz mi? Size büyük bir heyecanla birkaç cümleyle anlatmak isterim …

Kahve çiçeği, yılda bir kez açar. Bazı durumlarda birkaç defa açtığı da görülür. Beyaz renkleri olan bir çiçektir. Kısa bir süre sonra bu beyaz çiçekler kendini kahve meyvesine bırakır. Yaklaşık 9 ay ve 11 ay gibi bir süre zarfında kahveler olgunlaşıp toplanmaya hazır hale gelir. Genelde daldan sıyırma yöntemi ile toplanırlar…

Satırlarımı kahve kokusuyla tamamlamak isterim…

Hugh Jackman’ın da ifade ettiği gibi: “Bana göre dünyanın en güzel icatlarından bir tanesi kahve kokusudur.”

İçtiğiniz her fincanın kırk yıl hatırı olması dileğiyle…

                                    Büşra HELVACI 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.