KÖPEK MEZARLIĞI: HAYIRSIZADA

0 3.586

Dünya’nın neredeyse her yerinde sokak hayvanları özellikle de sokak köpekleri kuşkusuz ki sokakların ayrılmaz bir parçası, halkın baki dostudur. Bu durum yüzyıllardır böyle gelip gidiyordu, sokaklarda yaşayan köpekler kendi yaşam alanlarında refah içinde barınıyorlardı lakin onlara bu refah fazla görülmeye başlanmıştı. 20. YY başlarından itibaren Fransa’nın başını çektiği Avrupa, başta sokak köpekleri olmak üzere sokak hayvanlarını kişisel bakım ürünleri üretilen sanayiler için deneylerde kullanmaya başlamıştı. Köpekler üzerinde bu ürünler test ediliyor, milyonlarca köpek ya ölüyor ya da ömür boyu acı çekmeye mahrum bırakılıyordu. Gözleri önünde yavrularına deneyler uygulanan köpekler, yaşamsal fonksiyonları ellerinden alınan köpekler, ömür boyu kalıcı hasara maruz kalan köpekler ve daha nicesi…

Kara tarih: 3 Haziran 1910… Bu işe karışmamış nadide Avrupa ülkelerinden birisi olan Türkiye ise Fransızların bir teklifi üzerine nezih tutumunu bir kenara bırakıp Türk toplumuna hiç yakışmayan bir harekette bulunur. Kendi ülkelerine deneylerde kullanılacak yeteri kadar köpek kalmayan Fransızlar, İstanbul’daki sokak köpeklerini toplayıp onlara satmaları için Türkiye’yi ikna etmişti. Halk bir anda sanki savaşa gidermişçesine sokaklara döküldü ve adeta ailelerinin bir ferdiymiş gibi sokak köpeklerine sahip çıktı. Halkın böylesine bir tepki göstereceğini hesaba katmayan yöneticiler geri adım atmak durumunda kaldı.

Ülkenin paraya ihtiyacı vardı ve bu fırsat bir daha ele geçmezdi. Dönemin İstanbul Belediye Başkanı (eski adıyla şehremini) Suphi Bey, paraya ihtiyacı olanlara ve serserilere köpek toplamaları hâlinde ödüllendirileceklerini söyleyerek bir kez daha harekete geçti. Köpekler bu şahıslar tarafından toplanıyor ve gemilerde zorla tutuluyorlardı. Halk bu durumda bile gözlerini kapatmamıştı, esir tutulan köpekleri gemilerden kurtarıyor onlara özgür yaşamlarını geri veriyordu. Halk ile hükümet arasında gerginlik baş göstermişti fakat devlet bu işten vazgeçmemekte kararlıydı. Daha fazla insanla daha stratejik hamleler yaparak yaklaşık olarak 80.000 köpek toplamayı başarmışlardı. Halk tekrardan kurtarma operasyonları yapsa da onlara engel olan askerleri geçememişlerdi.

İstanbul’da Tophane bölgesinde esir tutulan köpekler henüz gemilere bindirilmemişti, Fransa’dan haber bekleniyordu. Günler geçtikçe köpekler sorun yaratmaya başlamıştı, yeterli beslenme yapılmayan köpekler hırçınlaşmaya başlamıştı. Fransızlardan herhangi bir talimat gelmeyince hükümet köpekleri şehre çok uzak bir yer olan Sivriada’ya gönderdi. Sivriada, yaşam şartlarının neredeyse sıfır olduğu, tek bir ağacın bile yetişmeyi başaramadığı, su bulunmayan kurak, ıssız bir yerdi, adeta İstanbul’da bir çöldü burası. İşte bu korkunç yere bir değil bin değil tam SEKSEN BİN köpek terk edildi.

Fransızlar ile irtibat kurmaya çalışan hükümet onlara fiyatları daha aşağı çektiğini söylüyordu fakat hâlâ haber gelmiyordu, son çare olarak köpekleri bedava vermeye bile razı olmuşlardı fakat sonuç alamamışlardı. Çok zaman geçmeden Fransa’dan bir haber geldi, anlaşmayı tek taraflı olarak bozmuşlardı. Hükümet, toplamış olduğu 80.000 köpek ile uygunsuz yaşam standartları ve yetersiz beslenme imkânları ile birlikte kalakalmıştı.

Bu sürgün köpeklerin ilk sürgünü değildi, II. Mahmud döneminde kedi ve köpek nüfusunun bir hayli çoğalması üzerinde bir önlem alınması icap etmişti. Padişah İstanbul’daki tüm köpekleri toplatıp yine Hayırsız Ada’ya göndertmişti. Seneler sonra tarih tekerrür etmişti ve adres yine Hayırsız Ada’ydı.

Devlet, Sivri Ada’da mahsur bırakılan köpeklerin sorumluluğunu artık almıyordu, onları kendi kaderlerine mahkûm halde bırakmıştı. Bir süre halk bu bölgeye sık sık giderek gıda takviyesi yapsa da bölge şehre çok uzaktı ve halkın maddi olanakları kısıtlıydı. Artık halktan da yardım gelmiyordu, köpekler oracıkta kalmışlardı. Birçoğu yüzerek kurtulmayı denediyse de İstanbul’un sularında boğulmuşlardı. Yiyecek yemeği içecek suyu olmayan köpekler gün geçtikçe daha da hırçınlaşıyor gözleri kan çanağına dönmüş vaziyette uysallıklarını tamamen kaybetmeye başlıyordu. Artık son çare birbirlerine saldıran birbirlerinden beslenen köpeklerin sayısı gün geçtikçe azalmaya başlamıştı. En sonunda bölgede tek bir köpek bile kalmamıştı, hepsi can vermişti. Onların can havli ile çıkardıkları acı seslerin ve çığlıkların Anadolu yakasından duyulduğunu söyleyenler bile vardır.

Köpeklerin cesetleri artık koku yaymaya başlamıştı, Sivri Ada yakınlarındaki bölgelerde insanlar kokudan dolayı barınamaz hâle gelmişti. Bu utanç dolu olay yüzünden halk üzgün, çaresiz ve bir hayli öfkeliydi. Daha sonrasında halk arasında bir inanış yayılmaya başladı, köpeklerin ruhlarının onlara yapılanlardan ötürü öfkeli olduğu ve insanların köpeklere yaklaşmamasının doğru olmadığına, bunun bir lanet getireceğine inanılıyordu. Adanın ismi her ne kadar Sivri Ada olsa da halk oraya Hayırsız Ada diyordu ve bunda da fazlasıyla haklıydı.

Türklere büyük sempati duyan, büyük bir Türk dostu olan ve eserlerinde Osmanlı’dan sıkça söz eden ünlü yazar Pierre Loti ise Hayırsız Ada katliamını şu sözlerle değerlendirir;

” Hiçbir Türk, Hilâl’e uğursuzluk getireceği söylenen bu onur kırıcı görevi üstlenmek istemedi. Bu yüzden serseriler, işsiz güçsüzler ve haydutlar görevlendirildi. Bunlar işlerini demir kıskaçlarla yapıyorlar, zavallı kurbanlarını boyunlarından, ayaklarından ya da kuyruklarından yakalıyorlar ve onları rastgele kan-revan içinde Hayırsız Ada’ya götürecek olan mavnalara atıyorlardı… İstanbul’un diğer bütün köpeklerinden yüzlercesinin yer aldığı Hayırsız Ada, Marmara’nın ortasında çöle benzeyen bir kayaydı. İçecek bir damla su yoktu, köpekler orada açlıktan ve susuzluktan öldüler ve bu arada bilinçlerini yitirdiklerinden birbirlerini yediler. Adanın yakınlarından bir kayık geçerken hepsi kıyıya geliyorlardı ve yürekleri parçalayan iniltileri duyuluyordu. Bu, iki ay sürdü. Kayıkları ve insanları ne kadar uzakta olursa olsun gördüklerinde, bütün saflıklarıyla yardıma çağırıyorlardı… Ve ben de bu köyün insanları gibiydim… Bütün bunların Türkiye’ye uğursuzluk getirmesinden korkuyorum.”

 

Pierre Loti’nin korkuları gerçek olmuştu, ilahi adalet kendini yine göstermişti, olayın üzerinden 2 yıl geçmişti ve neredeyse herkes Hayırsız Ada’da olanları unutmuştu. Fakat 9 Ağustos 1912 tarihinde gerçekleşen büyük bir deprem köpeklerin yeniden hatırlanmasını sağlamıştı. Depremde çok sayıda insan hayatını kaybetmiş, yaralanmış ve yine çok sayıda bina ciddi hasar almıştı. Halk artık tek bir şeyden emin olmuştu; canına kast edilen köpeklerin ahı tutmuştu…

 

 

 

Katliamdan seneler sonra bu cinayete dikkat çekmek ve ölümüne sebep olunan köpeklerin ruhunu onurlandırmak için Hayırsız Ada’ya dikilen anıt.

                                                                                          

                                                                                                                          

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

Milliyet.com.tr/ 80 bin köpeğin öldüğü Hayırsız Ada köpek katliamı

Haytap.org/ 1910 Hayırsız Ada Toplu Sürgün ve Katliamı

 

 

Berkan YAYLA

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.